TOPRAK...


TOPRAK...
          Almanya çok uzaktı memlekete ve her geçen gün hasreti artırıyordu. Cihan yıllr evvel ayrıldığı köyünü özlüyordu. Köyün güzel anıları unutulmayacak hatıraları vardı. Köyden gurbete geldiğinde henüz on dört yaşında olan Cihan, köyünü hayal meyal hatırlıyor ama orada yaşadıkları bir türlü aklından çıkmıyordu. Çocukluk hayalleri insana daha bir cazip gelir ve yeni düzeninde yaşadığı olumsuzluklar ile derhal eskilerden medet umuyordu. Cihan, dedesi ve nenesini hep özlem ile anıyordu, öldükleri haberini aldıklarında ailesi kendisini götürmemişti ve her daim bundan dolayı pişmanlık duyuyordu. Köy hayatı ne kadar güzeldi. Malları yaymaya çıkar arkadaşları ile çayırlarda, derelerde, tepelerde gezerlerdi. Sabah kahvaltısında sofraya gelen taze kahvaltılıkların tadını başka hiç bir şeyde bulamazdı. Soba yandığı zaman üzerinde ekmeği gevretip tereyağı ile yemesi öyle hoş olurdu ki akşam sefalarını dört gözle beklerdi. Köydeki arkadaşları ne yapıyorlardı acaba? Merak merak üstüne geliyor gizli bir güç adeta çekiyordu kendisini memlekete doğru. Şehir hayatı özellikle de yabancı bir şehrin bilinmez hayatı Cihana itici gelmeye başlamıştı ve her geçen gün boğulduğunu hissediyordu. Tez vakitte kurtulmalı buralardan ve köy hayatına dönmeliydi. Ülkesinde de şehirde kalmak gibi bir düşüncesi olmadı hiç bir zaman.
          Cihan Almanya'ya geldikten sonra burada okuluna devam etmiş, anası ve babasının yanında büyümüş okulunu burada bitirmişti. İş hayatında da hep iyi yerlerde olmuş kendisini geliştirmişti. Elektrik-Elektronik Mühendisi idi, alanında çok iyi başarılar sağlamış ve haberleşme alanlarında çok ileri teknolojiler kurmuştu. İş konusunda, maddi olanaklar konusunda hiç bir eksiği yoktu. Almanyada evlenmiş ve iki çocuk sahibi olmuştu. Eşinin adı Helga, çocuklarının adları ise Cem ve Can idi. evlendikten sonra anne ve babasını kaybeden Cihan eşine ve çocuklarına sıkı sıkıya sarılarak hayata tutunmuştu. Kırk yaşına merdiven dayayan Cihan, ailesine sürekli köyünden bahseder onları da orada doğal hayatın içerisinde yaşatmaktan söz ederdi. O kadar güzel anlatırdı ki çocuklar bir an önce köye gitmek ister bunu bir heves edinirlerdi. Cihan'ın dede yadigarı toprakları vardı köyde, çok büyük arazileri olmasa da ekip biçerek yaşamlarını sağlayabilecekleri imkanı sağlayabilecek kadar vardı. Hatta yarısını köylüye bırakıp yarısını kendisi kullanmayı düşünüyordu. Dededen kalan evi tadilata sokup orayı da kendilerine göre dizayn edecekti. Bütün hayalini bu düşünceye göre kuruyordu. Her gün yeni kır evleri projesi araştırıyor en iyilerini seçiyordu. İşini gücünü bırakacak, birikimi olan parayı uzun süre rahat yaşayacakları şekilde sarf edecekti. Bütün hazırlıkları tamamladı ve yola çıkacakları zamanı ayarlamaya başladı. Bu çok uzun bir zaman almamalı idi.
         Üç ay sonra yol hazırlıkları tamamlandı, biletler alınıdı. Uçak biletleri alındı, yolluklar hazırlandı, eşyalar kargoya verildi lakin eşyalar kendileri köye ulaşıp yerleştikten sonra getirilecekti. Ailece hafta sonunu beklemeye başladılar.
Havaalanına geldiler. Uçak kalkışa hazırdı ve yerleşme işlemleri tamamlandıktan sonra uçak kalkışa geçti. İki buçuk saat sonra İstanbul'a indiler. Aktarmalı olarak gideceklerdi memleketlerine. Tekrar uçağa bindiler ve bir buçuk saat sonra Erzurum Havalimanına iniş yaptılar. Artık köye fazla bir zaman kalmamıştı. Önce Horasan'a gidecek oradan da köylerine geçeceklerdi. Horsan'a geldikten sonra köylerine gidecek vasıtayı beklemeye başladılar. Her saat kalkmazdı buradan vasıta bu nedenle akşamı beklemek zorundaydılar. İlçede biraz dolaştıktan sonra çorbacıda karınlarını doyurdular ve beklemeye başladılar.
          Köye gidecek araç kalkışa hazır halde yolcuları bekliyordu. Köylüler binmişler, eşyalarını yükletenler ise dışarıda hem sigara içiyor hem de malzemeleri yükletiyorlardı. Cihanın eşi ve çocukları da arabadaydı. Cihan şoför ile sohbete dalmıştı.
Cihan- Merhaba kadılar köyü ne kadar sürer buradan.
Şoför- Ağabey yarım saat kırk dakikaya varırız bir sorun olmaz ise. Sen kimlere gidersin. Kimlerdensin.
Cihan- Ben Hamza gildenim. Ahmetin oğluyum.
Şoför- Ooo sen Cihansın. Alamanyadaydınız. Bildim şimdi. Hoş geldin safa getirdin. Köyden de bayağı uzak kaldınız, iyi etmişsin.
          Yola koyuldular. Anadolu insanı sıcak kanlıdır, özellikle yabancı gördüler mi sıkı sıkı sohbete koyulur misafir etmek için hanelerini açarlar. Yol boyu sorgu sual dertleşerek devam ettiler. Fakat bir şeyler ters gidiyor gibiydi. Daha ilçeye iner inmez eski havanın olmadığını ve eskiyi hatırladığı gibi olmadığını anladı ama bunu da yol yorgunluğuna bağladı Cihan. Bu düşünceler ile köye geldiler. Cihan ve ailesini amcasının oğlu Burhan karşıladı. Burhan ile beraber eve geçtiler yol yorgunluğu nedeni ile hemen odalarına çekildiler, sabah bol bol sohbet edeceklerdi. 
Sabah erkenden herkes uyanarak sofraya geçtiler. Masa kurulmuştu ve masada bir tek kuş sütü eksikti. Cihan ve ailesi şaşkındı. Çünkü Cihan sürekli yer sofralarından, kerpiç evlerden, ineklerden, keçilerden, kuzulardan, tavuklardan kısaca çeşit çeşit hayvandan bahsederdi ama köyde hiçte dediği hayvanlardan, köy evler de dediği şekli ile görünmüyordu. Kısacası köye mi geldiler yoksa herhangi bir şehir evine mi anlayamadılar. Neyse ki sofra iyiydi.
          Cihan- Çok oldu be emmi oğlu özlemişim köy havasını. Şu doğal besinlerden alalım da kendimize gelelim. Arka bahçenin domateslerine doyum olmaz ha.
Ahmet- He ya emmi oğlu çok oldu görüşmeyeli, bir gittin pir gittin. Buralar çok değişti. Ohooo arka bahçe mi kaldı neredeyse kapalı havuz yaptıracağım oraya. Öğlene sana yeni yaptığımız barbekü et pişiririz, bizim eski arkadaşlara gideriz. Köye yeni cafe açıldı, oraya gider herkesi görürüz.
Cihan- Yahu Ahmet sen ne dersin? Ben köy hayatı diyorum sen bana barbekü diyorsun, cafe diyorsun. Bu arada domatesi ve diğerlerini nereden getiriyorsun madem bahçe yok? Hani tavukları, hayvanları göremedim Ahmet ne olmuş buralara?
          Ahmet- Cihan, sen çok eskilerde kalmışsın. O devirler geçti be kuzen. Köyde eskiler kalmadı, gençler hep büyük şehire gittiler. Kalanlarda yaşlılardan oluşuyor. Eee gençlerde yaz aylarında tatil amaçlı köye yer yapıyorlar. Şehiri gören geldiğinde bir parçasını getirdi buralara ve gördüğün küçük şehir oluştu. Yediklerimizden hiç birisi köyde üretilmiyor. İlçeden alıyoruz. Sofrada ne var ne yok market ürünü. Hayvanları sattılar, bahçe işleri kar getirmiyor diye bitti, devlet vergiler ile ve ucuz ürün alma politikaları ile belimizi büktü bu nedenle hepimiz babadan kalma gelirler ile geçiniyoruz. Kısacası et et olmaktan, süt süt olmaktan çıktı. Biz mal satalım diye şehre insek bir bakıyoruz ithal et piyasayı işgal etmiş. Tohum alalım domates ekelim diyoruz onda da İsrail tohumundan başkasını ekemiyoruz. Oda her sene yeniden alınıp ekilmek zorunda. Tarladan bostandan buğday, arpa ekelim satalım diyoruz hiper marketler ucuz yollu bağlıyor yada büyük firmalar kendi ürünlerini kendi tarlalarında yetiştiriyorlar ee bizden sudan ucuza alıyorlar malzeme parasını bile karşılamıyor. Tavuk, kaz, hindi desen kuş gribi ile telef etti geçtiler şimdi hepsi büyük mandıralarda çiftliklerde makinelerde üretiliyor. Bize de bir şey kalmadı be Cihan. Hadi kalk köyü gezelim. İçin açılsın biraz.
          Cihan- Ben şok oldum Ahmet. Bu nedir böyle. Ben nelerin hayali ile geldim buralara ve ilk günden şok oldum neredeyse. Yahu şu cafe dediğin yere gitmeden ötaçeye varalım orada akan ırmağın suyu iyi gelecek, çocukken iyi yüzerdik, çocuklar görsünler bari.
Ahmet- Hangi ırmaktan bahsedersin Cihan? Irmak mı kaldı. Yukarıda madenmiymiş, teleferik miymiş ne bileyim nükleer gibi bir şey dediler tam da açıklamadılar memleketi kalkındıracakmış, bizler de bu arazilerden bolca para kazanacağız diye topraklarımızın bir kısmını sattık ucuzdan yarın on, onbeş kat pahalısına satıp paralanacağız gerisinden. Bu nedenle su akmaz oradan kuraktır zaten tarlamızda yok çorak arazi oralar.
          Cihan- Yahu siz ne yaptınız? Buralar ürünü ile, hayvanı ile, suyu ile para eder bunlar olmadığı zaman sadece boş toprak ile boş arsa olur. O dediğin nükleer buralarda radyasyon yayar halkı telef eder, nasıl buna müsaade ettiniz be Ahmet. Kimse size bu konuda bilgi vermedi mi?
Ahmet- Yok be Cihan, kim bize ne bilgi verecek? Devlet baba iyisini bilir dedik. Firma sahipleri ile birlikte geldiler, bize uzun uzun anlattılar. Parayı da peşin peşin verdiler işte. O zaman bir kaç komünist geldiler eylem falan yaptılar kovaladık onları da. Hadi be kalkalım cafe'ye gidelim, köylüleri dinle biraz.
Cihan- Ahmet bari sen yapma cafe cafe deyip durma orası kahve yabancı isimler ile daha mı güzel oluyor sanki. 
          Bunun üzerine kahveye giderler ve köylüler ile sohbete dalarlar. Köylüler yeni maden arama ekibini geldiğini ve firmanın bol miktarda paralar ile yerlerini yurtlarını istediklerinden bahsederler. Çevre köylerinde satışa onay verdiklerinden bahseder ve buralarda artık hiç bir şeyin olmadığını, yaz aylarında tatil için deniz kenarına gideceklerini, şehirin her türlü daha iyi olacağını, hastaneden belediyeye kadar bir noktada rahatça ulaşılacağından ve en önemlisi bütün akrabaların bir birlerine yakın oturduklarından bahsetmekteydiler. İş olanaklarının çokluğunun cazip geldiği de dillerinde idi. Cihan dayanamaz konuşmaya girer.
          Cihan- Sizler ne yapmışsınız. Bizlerin canına can katan toprağı katillere teslim etmiş bütün can damarlarımızı kopartmışsınız. Doğallığı yok etmiş sonrada doğalı aramak için yapaylığa kaçar olmuşsunuz. Şehirde hastane var dersiniz, hastalıklar yapaylıktan artar bunu hesap etmemişsiniz, kendi imkanınız ile üretebildiğiniz besinlere fazlası ile para vererek temin eder olmuşsunuz sonrada bunun hoşluğundan bahse düşmüşsünüz, kendi elleriniz ile zararlı yapılara müsaade etmiş para kazanmış, bu kazandığınız para ile de hastalık mücadelesine gireceğinizi bilememişsiniz. Nükleerin etkilerini araştırmamış, sizi kurtarmak için kendilerini ortaya atanlara düşman olmuşsunuz. Önce köylülüğünüzü yitirmiş sonrada yabancılık çekeceğiniz şehirliliğe heves etmişsiniz. Dünyayı kurtaracak tek durum olan doğallığı kendi elleriniz ile devlet desteği ile bitirmişsiniz ve sizlere miras kalan her şeyi evlatlarınızdan çalmışsınız. Vay haline gelecek nesillerin.
          Bu konuşmanın ardından bir hafta daha köyde kalan Cihan köy hayallerinden vazgeçerek Almanya'ya temelli dönüş yapar. Köy hayalinin o güzelliği tamamen kaybolmuş, doğallığa dair ne var ise yitip gitmişti aklından. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı, biliyordu bunu. Mesleğine devam ederek çocuklarını tam bir şehirli gibi büyütmeye karar verdikten sonra ne bir doğallık aradı nede naturele dair bir besin maddesi. Cihan Almanya'ya döndüğü ilk gece ''Keşke hiç gitmeseydim de ata yadigarlarını bu şekilde görmeseydim.'' diyecekti eşine..
Yazar:Mitra

0 yorum:

Yorum Gönder