HİKAYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HİKAYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Umut, daha çocukken anne ve babasını trafik kazasında kaybetmişti. Kendisine bakacak kimsesi olmadığı için kimsesizler yurduna bırakılmıştı. Talihsizlik bir defa insanın yakasına yapışmaya görsün, çocuk yada büyük hiç farketmiyor. Umut aslında kimsesi olmadığı için kimsesizler yurduna gönderilmemişti, akrabalarından hiç kimse kendisine bakma taraftarı olmamıştı. İşte talihsizliği de vefasız akraba çevresine sahip olmasından kaynaklanmıştı. Çocuk yaşta yurtlara yerleşmesi hayata karşı mağlup başlatır insanı. Her türlü zorluğu insan çocukluktan erişkin çağlara gireceğ i ana kadar yaşar ve eğer çevrenizde şımarabileceğiniz hiç kimseniz yok ise taş kalpli bir insana dönüşmeniz işten bile değildir. Çünkü, ana ve babadan yoksun çocuklar hayat karşısındaki zorluklar anında hiç kimseye sığınamazlar. Sığınacakları yurt anneleri vardır ki o kadar çocuk içerisinde kendisini kaybedip evinde bile sinir halleri yaşamaları söz konusudur. Bu nedenle iş yerlerinde fazla naz kaldıramaz ve çocuklara bir ana baba şefkati veremezler. Yurt içerisinde asayişi sağlayan ikinci odak nokta ise ağabey ve ablalardır. Ağabey ve ablalar bu sistemin içinden yetiştikleri için çocuklara kendi eğitim sistemlerine göre içeriyi öğretir ve onaları da aynı sisteme göre yetiştirirler. Bunlar yurtların en bilindik halleridir. Bir de bilinmesine rağmen dışarıya sızdırılmayan yada görmezden gelinen halleri vardır ki buna kısaca yurtların arka yüzü diyebiliriz. Yurt çocukları hayatın zorluklarını yurt yaşantısında tanımaya başlarlar. Erkek yada kız hiç fark etmez. Tecavüz olayı ile en çok karşılaşanlar çocuklardır. Sadece yurtta değil nerede olur iseniz olun eğer çocuk iseniz ve sahipsiz iseniz baştan kaybettiniz demektir. Çocuk savunmasızlığı nedeni ile aç kurtların sofrasına sürebileceği en kolay lokmadır. Umutta ana kuzusu iken diğer talihsiz arkadaşları gibi yurt ile erken tanışanlardan olmuş ve en güzel çağlarını çocukluğundan mahrum kalarak yaşamak zorunda kalmıştır. Umut yurda geldiğinde henüz 2 yaşına basmamıştı. Yıllar su gibi akıyor her çocuk gibi çabucak büyüyordu. Umut 14 yaşına geldiğinde isyanı artmakta ve bir an önce büyüme hevesindeydi. Yaşının büyümesini ise insanlardan intikam alabilmek adına çok istiyordu. Yurtta tacize uğramış, bir çok defa dayak ile tanışmıştı. Ağabeylerine itirazı nedeni ile bir çok kez aç bırakılmış ve türlü cezalara çarptırılmıştı. Yurttan kendisinden büyük olanların kaçarak sokaklarda yaşadıklarını biliyordu. Bir çok defa yurttan kaçan çocuk olmuş, bazıları geri getirilmiş bazıları ise cezaevine girmişti. Ceza evi ile tanışanlar o yaşlarda sübyan koğuşunda kalmakta idi. Çocuklar için sübyanda yada sokaklarda kalmak bir şey değiştirmiyordu. Çocuklar biliyorlardı ki en zor anlarda bile arada fazla fark olmayacaktı. Yurttan kaçmayan yada yurt kuralları içerisinde yetişen çok kısıtlı bir azınlık sınavlarda yapılan yardım ve devlet işlerinde tanınan öncelikle şanslılardan olabiliyorlardı. Lakin bu şanslı kesim de psikolojik olarak çöküntü yaşayanlardan olmaktaydı. Umut o şanslı kesimden olamayacaktı. Yurttan kaçma teşebbüsünde ilk olarak 14 yaşında başlamış, ilk denemesinde bir hafta sokaklarda kaldıktan sonra yakalanarak karakol tarafından yeniden yurda gönderilmişti. İlk denemenin ardı her defasında bir başka yeni ile devam eder. Umut’un maceraları da son olmayacak ve yeniden kaçma teşebbüsünde bulunacaktı ki öyle de oldu. Umut sokaklara alışmış yeni çevreden arkadaş edinmişti.
          Sokakta kalan çocuklar birbirlerini çok iyi bilir ve bir arada kaldıkları grupları nerede bulacaklarını bilirlerdi. Köprü altları, boş mekanlar, park bahçe köşeleri, bar sokakları genel olarak meskenleridir. Sokakta kaldıkları için ekmek kazanmaları zordur. Ekmek parası için ufak tefek hırsızlık olaylarına karışır, kırmızı ışıklarda cam temizleme işlerine bakarlar, kalabalık muhitlerde dilenciliğe çıkarlar ve hepsini de teşkilatlı olarak yaparlar. Hırsızlık olaylarını ilerletenler soygun işlerine yada ev hırsızlığına kadar götürebilirler bu durumu. Umut arkadaş çevresi ile beraber önce dilencilik sonrada ufak tefek hırsızlık olaylarına karıştı. Arkadaşları arasında sevilen sağlam bir çocuktu. Büyük ağabeylerinden cezaevinde olan Metin’in çıkması ile beraber Metin’in yanında toplanmaya başladılar. Metin gayrı meşruyu diğerlerinden daha iyi biliyopr üç defa cezaevi deneyimi yaşamış bir çocuktu. Bir iki defa ev hırsızlığına gittikten sonra Umut yakalanmış ve diğer arkadaşlarının ismini vermediği için tek başına sübyan ceza evine gönderilmişti. İlk deneyimi olmasına rağmen yurtlarda büyüdüğü için toplu yaşama alışkındı. Yurt çevresinden bir çok tanıdığı vardı içeride. İçeride gördüğü ortam yurttan pekte farklı değildi. Burada da çocuklar tacize uğrarlar, dayak yerler, cezalandırılırlar. Yine kurallara bağımlı bir hayat sürerler. Çocuk ceza evi olduğundan dolayı cezalar fazla yüksek olmaz, bu nedenle de erken tahliye olayı sıklıkla yaşanırdı. İlk deneyim ile beraber içeriye dair korkusu da kalmaz insanın ve içerinin havasuına alışan çocuk burada daha farklı suçlardan imnsanlar ile karşılaşması nedeni ile başka suçlara da yelken açabilir. Oto hırsızlığından, tecavüz olayına kadar, cinayetten, ev işçiliğine kadar çok geniş yelpazede suçlular bulunmaktadır. Bazıları da büyük çetelerin suçunu üzerine aldığından daha ayrıcalıklı yatma şansına sahiplerdir. İçeride de çevresine göre, bireysel cesaretine göre ya da maddi durumunun diğerlerine göre daha iyi olmasına göre ayrıcalık sağlanabilirdi çocuklara. Daha evvel büyüklerle iç içe kalan sübyanlar büyükler tarafından tacize uğraya bilir tecavüz vakıası ile karşılaşabilirdi. Büyüklerden ayrılan çocuklar bu tür vakıaları kendi aralarında uygulamaktaydılar. Kısacası çocuk için hizandan fizana kadar değişen hiçbir şey olmamakta idi. Çocuklar bu kadar ağır koşullar içerisinde nasıl ayakta durabilir nasıl kendilerini travmadan koruyabilir? Tabii ki hayaller ile. Toz pembe hayallaerdir insanoğlunu ayakta tutabilen. Çocuklar çok masum hayaller kurarlar. Lakin yurt ve cezaevi çocuklarının hayalleri biraz daha farklı olur. En büyük hayalleri büyük ağabeylerden olmak ve diğer kardeşlerini yanlarında tutabilmektir. Ya da kazandıkları paralar ile akranlarına isteklerini alabilmek ve diğer mağdur arkadaşlarını bu durumlardan kurtara bilmektir. İşte bu yüzden kazandıkları paraları çabuk sarf ederler. En önemlisi de bu çocuklar arasında bir basamaktır yaş ve suç olgusu. Zamanla bir üst kademeye çıkarak çok tepelerdeolacaklarına inanarak yaşamlarını sürdürürler. Ne yazık ki bir çoğu çok genç yaşlarda hastalıktan yada başka durumlardan ileriki yaşlarını göremezler.
Umut cezaevi deneyiminin ardından yeniden ortamına döner. Yeniden kaldıkları yerden devam ederler. Arkadaşları ile beraber akşama kadar para bulurlar akşam toplanır ya alkole yada bally’e para yatırırlar. Uyuşmuş bedenler acılarını fazla hatırlamaz bu nedenle de çocuklar arasında revaçtadır. Metin akşamları anne ve babasını hatırlamaya çalışır fakat hiçbir zaman hatırlayamazdı. Öyle silik düşünceleri vardı ki bazen düşünürdü anam babam yanımda olsalardı ne yapardım? Ne durumda olabilirdim? Sokaklarda yatmak zorunda kalmazdım ve suç işlemek zorunda kalmazdım. Bu düşüncelere dalarken bir taraftan da şanslı olduğunu hissederdi. Ya Piç Ahmet gibi olsaydım ne olurdu. Onun anası hayatta ama evladını görmeye bile gelmiyor. Dostu ile takıldığı için çocuğu ölmüş mü kalmış mı zerre kadar umurunda değil. Ya Kedi Hüseyin? Onun da babası, anası evden kaçtıktan sonra atmış sokaklara. Deli Kadir ise babası anasını öldürdüğü için yetim kalmış baba cezaevine girmiş kendisi sokaklara düşmüştü. Peki ya kızlara ne demeli bir çoğu sokaklardan ya pavyonlara yada kerhaneye satılmıştı. Bazıları da psikopat sevgililerinden dayak yer kazandıklarını ona yedirirlerdi. Tam bir çelişki dünyası. Umut tanıdıklarının bir çoğundan farklıydı çünkü onun anası babası taktir-i ilahi ile kendisinden ayrılmıştı bu nedenle suçlayacak bir ana babası yoktu. Akrabalarını zaten tanımazdı, hem tanısa ne olacaktı ki üveylikler yaşayanları görüyordu, hepsi kendi içlerindeydi nasıl olsa.
Bazen kendi kendisine kalarak farklı düşüncelere dalıyordu Umut. Adımı Umut koymuşlar ama ne kadar umutsuz olduğumu bir bilselerdi belki de bu ismi koymazlardı bana. Nerede günah işledik te bu durumlara düştük diye sormadan edemiyordu. Sınav diyorlarmış buna. Ne sınavı? Çocuk doğar doğmaz sınava mı tabi tutulur. O kadar pislik içerisinde sınavı yapan kim? Notu veren kim? Sınavın kazananları kim. Düzen o kadar bozuk ki düzen sağlayıcılar ilk baştan bozmaktalardı düzeni. Bu düzeni kuran kimdi ve işlemesini bu kadar adaletsiz işlemesini devam ettiren kim? Sokaklarda kaldıkları süre içerisinde her türlü pis işi ve düzene dair işlev bozukluklarını görme şansı vardı. Kimlerin nerelerden para kazandıklarını, bu kazanılan paraların kumar ve uyuşturucu masalarında kaybedilmesini, zorla fuhuşa sürüklenen kızları, uyuşturucu satarak ağabeylerine binlerce lira kazandıranları ve bütün bunlara yol veren adaletsizlikleri görüyor ve bu bozuk düzene ayak uydurarak büyüyorlardı. Bu dşünceler hepsinin kafasını kurcalıyor ama yapabilecekleri çok bir şey olmadığından akışına bırakıyorlardı düşüncelerini. Sorgulamak mı? Hayır asla, buna sorgulamak denmezdi. Öyle düşünceler haksızlıklar içerisinde gelir ve giderdi akıllarından. Paz<arlanan kız olaki kurtuldu, muhakkak başka bir tarafta yine kaptırırdı kolunu. Çünkü başka bir çaresi yoktu. Yakalanan çocuk mu? İlke etapta haksızlığa uğradığı anda isyan eder ama rahatta yeniden aynı suçlara yönelirdi. Bilirlerdi hayatları başka bir düzene ayak uyduramazdı ve kendileri gibi olmayanları kendi içlerinde kınarlardı dışlarlardı. Umut düşüncelerinde nasıl kurtuacağını bilemeden bir anda başka hayallere dalarak uzaklaştırırdı kafasındaki çarpıklıkları. Zaten çare yoktu o zaman daha iyisine ulaşmak için çaba göstermek gerekmekteydi.
          Sabah bütün çocuklar soğuktan donmuş bedenlerini ısıtmak için kaldıkları alt geçitten yukarı çıktılar, hepsi akşam kurdukları hayalleri unutmöuş yeni bir güne başlamanın hevesi ile ne yapacaklarını düşünmekteydiler. Metin, Umut’a ikiye ayrılmaları gerektiğini söyledikten sonra öğlen tarlada buluşacaklarına dair sözleşti. İkiye ayrıldılar. Metin çocuklarla birlikte caddede dilenmeye ve mendil satmaya başladılar, Umut ise kendi grubu ile boş buldukları alanda otoparka bakmaya ve ışıklarda cam silerek üç beş kuruş kazanmaya çalıştılar. Bu işlerde zorlaşıyordu. Oto parklar belediyenin yandaşlarına, dilencilik ise dışardan gelenlere bırakılıyordu, içerden dilencilik yapanlar ise teşkilattılar bu nedenle bilirlerdi başkalarının alanlarına sarılmayacağını. Çocuklar kollayıcılığını kendi cesaretlerinden aşlmaktaydılar. Saldırı anında bir araya gelirler ve olayın akabinde yara alırlarken yarayı da rahatlıkla verirlerdi. Zaten saldırgan olamazlar ise sokaklarda yer yapamazlar sabaha kadar harcanırlardı. Çocuklar öğlen anlaştıkları yerde buluştular. Topladıkları nevaleleri ortada biriktirdiler. Yemeklerini yedikten sonra akşama hazırlık yapmaya başladılar. Para ya Metin’de ya da Umut’ta toplanırdı. Çocuklar güvenirlerdi. Hem koruyuculuk görevleri de bu ikisinde idi. Umut, Metin’i çağırarak bu işin böyle olmayacağını kazandıklarının günlük ihtiyaçlarına bile yetmediğini söyledi ve daha fazla para kazanmak gerektiğine işaret etti. Beraber yoluna çıkacaklardı. Gayrı meşru para kazanma işine yoluna bakma denmekteydi ve ikisi birlikte tufaya yani ev hırsızlığına gideceklerdi. Çocukalrı mekanlarına yoladılar ve kendilerini beklemekleri gerektiğini söylediler. Akşam karanlığında işe çıkmadan evvel ceplerinde kalan son para ile ikişer extra bira aldılar, tornavida ve bıçakları da yanlarında idi. Gözlerine kestirdikjleri bir evin bahçesinde beklemeye koyuldular. En uygun anda duvara tırmanarak balkondan eve girdiler. Bütün evi talan etmelerine rağmen bir şey bulamadılar. Kalpleri çarpıntıdan duracak gibiydi. Metin sonunda beze sarılmış parayı bulmuştu. Umut ise bir silah bularak üzerine aldı. Derhal oradan uzaklaşarak arkadaşlarının yanlarına gelmişlerdi. Heyecanlşa bekleyen çocuklar bire şey bulup bulamadıklarını sordular. Sağlam para buşlunmuştu ve ertesi akşama alem yapacaklardı. Önce sabah için güzel bir kahvaltılık hazırladılar. Hem birkaç gün kolay kolay bitmeyecek paraları vardı hem de artık silahları bulunuyordu. Sokak çeteciliği gece aleminde meşhur olduğundan bu silah kendilerine en büyük avantaj olacaktı. Hemen silahı zulaya sakladılar. Akşam için alkol ve bally deposunu da yaptılar. Çocukların keyfine diyecek yoktu. Ne de olsa birkaç gün çalışmalarına gerek yoktu.
              Büyük vurgundan haberdar olan diğer gruptan Sarı Orhan ve Kara Mehmet, Metin’e parayı pay etmesi gerektiğini söyleyerek meydan okudular. Metin, paranın kimseye verilemeyceğini belirterek meydan okumaya karşılık verdi. Akşam orta yerde buluşulup meydan kavgası verilecekti. Bunun için gözlerden ırak bir alan seçildi ve akşam orada toplanıldı. Silah Metinde idi. Umut bıçağını hazırlamıştı. Diğer çocuklar ellerine ne geçti ise hazırlamışlardı. İki grup arasında kıyasıya kavga başladı ve hayatta kalma mücadelesine girildi. Metin en sonunda silahını ateşledi ve Sarı Orhanı kasığından vurdu. İki tarafta da yaralılar bulunuyordu. Orhan vurulunca herkes açıldı. Karşı grup kaçmış Orhan orada kanlar içinde can vermişti. Metin, Umut’a kaçmaları gerektiğini, kendisinin teslim olacağını söyledi. Herkes olay yerinden uzaklaştı. Emniyet güçleri geldiği zaman Metin teslim oldu ve silahını bıraktı. Hem ev hırsızlığından hem de cinayetten tutuklanacaktı. Geride kalanlar Metine yardım etmek için daha fazla çalışacaklardı. Mahkum kovalamak zordu ve hepsi bunun bilincinde idi. Grubun lideri artık Umut’tu. Umut, umutsuz yaşantısında arkadaşlarının tek umutu idi. Paralar kendisinde toplanıyor ve payı kendisi dağıtıyordu. Grup dağılmamıştı, fakat birkaç gün polis baskınları ile bir çoğu alınmış nezaret hanelerde tutulmuşlardı.
Umut birkaç gün sonra sağlam para bularak gruba alkol almayı önerdi. Bally gibi kafa yapmıyordu ama daha çok eğlenmelerini sağlıyordu. Arkadaşlarına daha sağlam çalışacaklarını ve kendisinin o bölgede tanınmış Ağrı’lı Hasan’ın yanına takılacağını, kulüpten kazandığı para ile hiç birisinin aç kalmayacağını söylüyordu. Bu alemde birinin yanına takılmaya başladığın zaman adeta bir üst kademeye atladın demektir. Bunun bir nimet olduğunu düşünür çocuklar oysa kendilerini kullanmak isteyenler tarafından en kullanışlı malzeme olacağınız için her zaman kanca atacak bir büyüğe denk gelebilirsiniz. Sokak çocuklarını önce beslerler sonra da en pis işleri verirler. Çok şanslılardan iseniz birisinin yanına sağ kol olarak getirilebilirsiniz ama bunun için de bir çok bedeller ödeyerek hayatta kalmanız yada bu dirence sahip olmanız gerekmektedir. Umut’ta artık kullanılacaklar arasıona alınmıştı birisleri tarafından. Gözü karalığı ile çevrede ismi çıkmıştı. Metin zaten uzun bir cezaya bağlanarak bitik olan gençliğini ceza evlerinde harcama yoluna geçmişti. Ağrılı Hasan, Umut’u cinayet işinde kullanacaktı, bu nedenle gözünü doygun göstermek için Umut’un arkadaşlarını toplayarak onlara bir ziyafet çekmişti. Bu alemde bakıcılık üstlenen ağabeyler kandırma namına bu tür uygulamaları yapmaktalardı, göz boyamak sonraki aşamanın başlangıcı idi. Zaten sokak çocukları kimsenin pek umurunda olmazlardı. Neden suç işlerler, sokaklarda ne yaparlar, neden bu kadar suça düşkün olurlar yada neden öldürür, ölürler. Bu düşünceler ile ilgilenmeyenler tutuklanan yada öldürülen çocuklar için bir pislik yok oldu tabirini kullanırlar. Bu nedenle en kolay kullanılan ve harcanan kesimdir sokağın çocukları. Cezaevlerinde de isyan başlatacak olan büyükler ilk olarak sübyanı hareketlendirirlerdi. Çünkü çocuklar atılgan ve gözü kara olurlar. Düşünmezler bedenlerinde açılacak yaraları. Çünkü onların yürekleri bir çok defa yaralanmış ve artık acıyı tanımayacak kadar nasırlanmışlardı. Ağrılı Hasan, Umut’u yanına çağırdı.
Ağrılı Hasan- Umut, bak koçum. Sen atarlı, gözü kara bir çocuksun. Bu alemin hızlılarından olabilir ismini cümle aleme yayabilirsin. Hem ismin yürür hem de sahip olamayacağın parayı kazanabilirsin.
Umut- Buyur ağabey sen ne dersen o olsun. Ben arkadaşlarım için yoluna başımı koymuşum. Hem Metin’de içeride onunda paraya ihtiyacı olur. Sen ne emreder isen bu kardeşin o işi yapar. Biz ketum büyüdük ağabey, kimse bizden sır alamaz. Öl de öleyim vur de vurayım. Hele ki bize de sahip çıktın ya ağbi ben daha ne diyeyim.
          Ağrılı Hasan- Tamam o zaman yeğen, sen ne yapacağını bilirsin. Bizden yanlış gelmez bunu da bilirsin. Seni her zaman bir ağabeyin olarak koruyacak kollayacağım. Senin karedeşlerin bizim kardeşlerimiz bundan böyle.
          Umut- Tamam ağabey, ben her şeye hazırım. Bilirsin dumuşsundur bizi biz kardeşlerimizi de bize güvenenleri de asla satmadık.
          Ağrılı Hasan- Biliyorsun gazinocu Fuat’ı, bize vereceği var ama yan çiziyor. Onu devireceksin. Hem onun ekibini dağıtacağız hem de diğerlerine göz dağı vereceğiz. Dikkat et sakın yara alma, sık kafasına gel.
          Umut bu işi kabul ederek hedefe gider. Hayatında bir gün bile gün yüzü görmemiş olan Umut kendisi ve arkadaşları için bu işi çıkış kapısı olarak görür. Zaten diğerleri nasıl büyüdü ki? Gazinocular, barcılar, gayrı meşrular, para babaları, galericiler, tefeciler, kulüpçüler ve bildiği neredeyse bütün kendilerinden büyük iş yapanlşar bu alemin insanlarıydılar. Hepside pis işlerin içerisinden çıkmışlardı. Neden kendileri de çıkmasın ki. Açarlardı bir mekan, işletirlerdi kardeşleri ile ve sırtları bir daha yere gelmezdi. Ana babası olmadığı için hayat boyu yalnızlık çekmiş ve tek başına ayakta kalmıştı. Kaderi kara idi ve bu gece kara talihi aka çıkacaktı. İnsanlar acımasızlardı, herkes bir başkasını ezmenin peşinde idi. Kimse kimseye iyilik düşünmüyordu. Sokaklarda kendilerine tiksinerek bakan gözler daha tiksinç idi. Bizlere kötü diyenler daha kötü insanlardı ve hayattan intikamını böyle alacaktı. Ağrılı yanlış yapmazdı, yapsa bile bir kurlun da ona sıkar bitirirdi hayatını. Gazinonun önüne vardığı zaman etraf kalabalık idi, evi bilmediği için icraatı burada yapacaktı ve görünmeme gibi bir şansı yoktu. Olsun az ceza alacaktı nasıl olsa. Parayı alabilirdi, ceza evinde de krallar gibi yatardı. Metini de alırdı yanına. Sırtları yere gelmez. Çıktıkları zaman da kardeşleri ile yine bir arada olur evlerini kurarlardı. Ağrılı bir dükkan açar kardeşlerini orada çalıştırırdı ve mekanlarıda oldu mu tam ağabey olurlardı. Fuat kapıda göründü, dört adamı da yanında idi. Umut korkmazdı, cesaretini ispat edercesine hedefe yaklaştı ve silahını çekerek Fuat’a dört kurşun sıktı. Fuat olduğu yere devrildi, ölüyordu. Yanındakile silahlarını çekerek Umut’u kurşun yağmuruna tutmuşlardı. Umut sayısız mermi yedikten sonra delik deşik olmuş bedeni ile yere devrilmişti. Ölüyordu. Son anlarında ise isyan ediyordu.
          Umut- Ah ulan kahpe felek, bir gün gülmedin yüzümüze, tacize uğradığımda yoktunuz, anasız babasız zulüm görür iken yoktunuz, acılarımızda yoktunuz, sen zaten bizim hayatımız değildin ki ben seni sahipleneyim felek. Sen yoksulun değil sen kahpenin dünyasısın hain felek.
Umut ölmüştü, mermi dolu bedeni önce morga kaldırıldı ardından kimsesizler mezarlığına atıldı. Ağrılı haberi aldığı zaman ağzı kulaklarında idi. Hem rakibi ortadan kalkmıştı hem de bunun için bir karşılık ödemek zorunda değildi. Diğer çocuklar aklına bile gelmedi. Yolu açıldığı için mekanında güzel bir ziyafet çekti. Çevresine haber saldı şanı yürüyecek, parasına para katılacaktı. Umut ise doğarken yüzüne gülmeyen hayatın gülümsemesini görmeden terki diyar etmişti bu hayatı. Zaten dünya Umutların dünyası değil ki. Umutlardır hep horlananlar, itilenler, ötelenenler ve öldükleri zaman pislik olarak görülenler…
Yazar:Mitra

TOPRAK...
          Almanya çok uzaktı memlekete ve her geçen gün hasreti artırıyordu. Cihan yıllr evvel ayrıldığı köyünü özlüyordu. Köyün güzel anıları unutulmayacak hatıraları vardı. Köyden gurbete geldiğinde henüz on dört yaşında olan Cihan, köyünü hayal meyal hatırlıyor ama orada yaşadıkları bir türlü aklından çıkmıyordu. Çocukluk hayalleri insana daha bir cazip gelir ve yeni düzeninde yaşadığı olumsuzluklar ile derhal eskilerden medet umuyordu. Cihan, dedesi ve nenesini hep özlem ile anıyordu, öldükleri haberini aldıklarında ailesi kendisini götürmemişti ve her daim bundan dolayı pişmanlık duyuyordu. Köy hayatı ne kadar güzeldi. Malları yaymaya çıkar arkadaşları ile çayırlarda, derelerde, tepelerde gezerlerdi. Sabah kahvaltısında sofraya gelen taze kahvaltılıkların tadını başka hiç bir şeyde bulamazdı. Soba yandığı zaman üzerinde ekmeği gevretip tereyağı ile yemesi öyle hoş olurdu ki akşam sefalarını dört gözle beklerdi. Köydeki arkadaşları ne yapıyorlardı acaba? Merak merak üstüne geliyor gizli bir güç adeta çekiyordu kendisini memlekete doğru. Şehir hayatı özellikle de yabancı bir şehrin bilinmez hayatı Cihana itici gelmeye başlamıştı ve her geçen gün boğulduğunu hissediyordu. Tez vakitte kurtulmalı buralardan ve köy hayatına dönmeliydi. Ülkesinde de şehirde kalmak gibi bir düşüncesi olmadı hiç bir zaman.
          Cihan Almanya'ya geldikten sonra burada okuluna devam etmiş, anası ve babasının yanında büyümüş okulunu burada bitirmişti. İş hayatında da hep iyi yerlerde olmuş kendisini geliştirmişti. Elektrik-Elektronik Mühendisi idi, alanında çok iyi başarılar sağlamış ve haberleşme alanlarında çok ileri teknolojiler kurmuştu. İş konusunda, maddi olanaklar konusunda hiç bir eksiği yoktu. Almanyada evlenmiş ve iki çocuk sahibi olmuştu. Eşinin adı Helga, çocuklarının adları ise Cem ve Can idi. evlendikten sonra anne ve babasını kaybeden Cihan eşine ve çocuklarına sıkı sıkıya sarılarak hayata tutunmuştu. Kırk yaşına merdiven dayayan Cihan, ailesine sürekli köyünden bahseder onları da orada doğal hayatın içerisinde yaşatmaktan söz ederdi. O kadar güzel anlatırdı ki çocuklar bir an önce köye gitmek ister bunu bir heves edinirlerdi. Cihan'ın dede yadigarı toprakları vardı köyde, çok büyük arazileri olmasa da ekip biçerek yaşamlarını sağlayabilecekleri imkanı sağlayabilecek kadar vardı. Hatta yarısını köylüye bırakıp yarısını kendisi kullanmayı düşünüyordu. Dededen kalan evi tadilata sokup orayı da kendilerine göre dizayn edecekti. Bütün hayalini bu düşünceye göre kuruyordu. Her gün yeni kır evleri projesi araştırıyor en iyilerini seçiyordu. İşini gücünü bırakacak, birikimi olan parayı uzun süre rahat yaşayacakları şekilde sarf edecekti. Bütün hazırlıkları tamamladı ve yola çıkacakları zamanı ayarlamaya başladı. Bu çok uzun bir zaman almamalı idi.
         Üç ay sonra yol hazırlıkları tamamlandı, biletler alınıdı. Uçak biletleri alındı, yolluklar hazırlandı, eşyalar kargoya verildi lakin eşyalar kendileri köye ulaşıp yerleştikten sonra getirilecekti. Ailece hafta sonunu beklemeye başladılar.
Havaalanına geldiler. Uçak kalkışa hazırdı ve yerleşme işlemleri tamamlandıktan sonra uçak kalkışa geçti. İki buçuk saat sonra İstanbul'a indiler. Aktarmalı olarak gideceklerdi memleketlerine. Tekrar uçağa bindiler ve bir buçuk saat sonra Erzurum Havalimanına iniş yaptılar. Artık köye fazla bir zaman kalmamıştı. Önce Horasan'a gidecek oradan da köylerine geçeceklerdi. Horsan'a geldikten sonra köylerine gidecek vasıtayı beklemeye başladılar. Her saat kalkmazdı buradan vasıta bu nedenle akşamı beklemek zorundaydılar. İlçede biraz dolaştıktan sonra çorbacıda karınlarını doyurdular ve beklemeye başladılar.
          Köye gidecek araç kalkışa hazır halde yolcuları bekliyordu. Köylüler binmişler, eşyalarını yükletenler ise dışarıda hem sigara içiyor hem de malzemeleri yükletiyorlardı. Cihanın eşi ve çocukları da arabadaydı. Cihan şoför ile sohbete dalmıştı.
Cihan- Merhaba kadılar köyü ne kadar sürer buradan.
Şoför- Ağabey yarım saat kırk dakikaya varırız bir sorun olmaz ise. Sen kimlere gidersin. Kimlerdensin.
Cihan- Ben Hamza gildenim. Ahmetin oğluyum.
Şoför- Ooo sen Cihansın. Alamanyadaydınız. Bildim şimdi. Hoş geldin safa getirdin. Köyden de bayağı uzak kaldınız, iyi etmişsin.
          Yola koyuldular. Anadolu insanı sıcak kanlıdır, özellikle yabancı gördüler mi sıkı sıkı sohbete koyulur misafir etmek için hanelerini açarlar. Yol boyu sorgu sual dertleşerek devam ettiler. Fakat bir şeyler ters gidiyor gibiydi. Daha ilçeye iner inmez eski havanın olmadığını ve eskiyi hatırladığı gibi olmadığını anladı ama bunu da yol yorgunluğuna bağladı Cihan. Bu düşünceler ile köye geldiler. Cihan ve ailesini amcasının oğlu Burhan karşıladı. Burhan ile beraber eve geçtiler yol yorgunluğu nedeni ile hemen odalarına çekildiler, sabah bol bol sohbet edeceklerdi. 
Sabah erkenden herkes uyanarak sofraya geçtiler. Masa kurulmuştu ve masada bir tek kuş sütü eksikti. Cihan ve ailesi şaşkındı. Çünkü Cihan sürekli yer sofralarından, kerpiç evlerden, ineklerden, keçilerden, kuzulardan, tavuklardan kısaca çeşit çeşit hayvandan bahsederdi ama köyde hiçte dediği hayvanlardan, köy evler de dediği şekli ile görünmüyordu. Kısacası köye mi geldiler yoksa herhangi bir şehir evine mi anlayamadılar. Neyse ki sofra iyiydi.
          Cihan- Çok oldu be emmi oğlu özlemişim köy havasını. Şu doğal besinlerden alalım da kendimize gelelim. Arka bahçenin domateslerine doyum olmaz ha.
Ahmet- He ya emmi oğlu çok oldu görüşmeyeli, bir gittin pir gittin. Buralar çok değişti. Ohooo arka bahçe mi kaldı neredeyse kapalı havuz yaptıracağım oraya. Öğlene sana yeni yaptığımız barbekü et pişiririz, bizim eski arkadaşlara gideriz. Köye yeni cafe açıldı, oraya gider herkesi görürüz.
Cihan- Yahu Ahmet sen ne dersin? Ben köy hayatı diyorum sen bana barbekü diyorsun, cafe diyorsun. Bu arada domatesi ve diğerlerini nereden getiriyorsun madem bahçe yok? Hani tavukları, hayvanları göremedim Ahmet ne olmuş buralara?
          Ahmet- Cihan, sen çok eskilerde kalmışsın. O devirler geçti be kuzen. Köyde eskiler kalmadı, gençler hep büyük şehire gittiler. Kalanlarda yaşlılardan oluşuyor. Eee gençlerde yaz aylarında tatil amaçlı köye yer yapıyorlar. Şehiri gören geldiğinde bir parçasını getirdi buralara ve gördüğün küçük şehir oluştu. Yediklerimizden hiç birisi köyde üretilmiyor. İlçeden alıyoruz. Sofrada ne var ne yok market ürünü. Hayvanları sattılar, bahçe işleri kar getirmiyor diye bitti, devlet vergiler ile ve ucuz ürün alma politikaları ile belimizi büktü bu nedenle hepimiz babadan kalma gelirler ile geçiniyoruz. Kısacası et et olmaktan, süt süt olmaktan çıktı. Biz mal satalım diye şehre insek bir bakıyoruz ithal et piyasayı işgal etmiş. Tohum alalım domates ekelim diyoruz onda da İsrail tohumundan başkasını ekemiyoruz. Oda her sene yeniden alınıp ekilmek zorunda. Tarladan bostandan buğday, arpa ekelim satalım diyoruz hiper marketler ucuz yollu bağlıyor yada büyük firmalar kendi ürünlerini kendi tarlalarında yetiştiriyorlar ee bizden sudan ucuza alıyorlar malzeme parasını bile karşılamıyor. Tavuk, kaz, hindi desen kuş gribi ile telef etti geçtiler şimdi hepsi büyük mandıralarda çiftliklerde makinelerde üretiliyor. Bize de bir şey kalmadı be Cihan. Hadi kalk köyü gezelim. İçin açılsın biraz.
          Cihan- Ben şok oldum Ahmet. Bu nedir böyle. Ben nelerin hayali ile geldim buralara ve ilk günden şok oldum neredeyse. Yahu şu cafe dediğin yere gitmeden ötaçeye varalım orada akan ırmağın suyu iyi gelecek, çocukken iyi yüzerdik, çocuklar görsünler bari.
Ahmet- Hangi ırmaktan bahsedersin Cihan? Irmak mı kaldı. Yukarıda madenmiymiş, teleferik miymiş ne bileyim nükleer gibi bir şey dediler tam da açıklamadılar memleketi kalkındıracakmış, bizler de bu arazilerden bolca para kazanacağız diye topraklarımızın bir kısmını sattık ucuzdan yarın on, onbeş kat pahalısına satıp paralanacağız gerisinden. Bu nedenle su akmaz oradan kuraktır zaten tarlamızda yok çorak arazi oralar.
          Cihan- Yahu siz ne yaptınız? Buralar ürünü ile, hayvanı ile, suyu ile para eder bunlar olmadığı zaman sadece boş toprak ile boş arsa olur. O dediğin nükleer buralarda radyasyon yayar halkı telef eder, nasıl buna müsaade ettiniz be Ahmet. Kimse size bu konuda bilgi vermedi mi?
Ahmet- Yok be Cihan, kim bize ne bilgi verecek? Devlet baba iyisini bilir dedik. Firma sahipleri ile birlikte geldiler, bize uzun uzun anlattılar. Parayı da peşin peşin verdiler işte. O zaman bir kaç komünist geldiler eylem falan yaptılar kovaladık onları da. Hadi be kalkalım cafe'ye gidelim, köylüleri dinle biraz.
Cihan- Ahmet bari sen yapma cafe cafe deyip durma orası kahve yabancı isimler ile daha mı güzel oluyor sanki. 
          Bunun üzerine kahveye giderler ve köylüler ile sohbete dalarlar. Köylüler yeni maden arama ekibini geldiğini ve firmanın bol miktarda paralar ile yerlerini yurtlarını istediklerinden bahsederler. Çevre köylerinde satışa onay verdiklerinden bahseder ve buralarda artık hiç bir şeyin olmadığını, yaz aylarında tatil için deniz kenarına gideceklerini, şehirin her türlü daha iyi olacağını, hastaneden belediyeye kadar bir noktada rahatça ulaşılacağından ve en önemlisi bütün akrabaların bir birlerine yakın oturduklarından bahsetmekteydiler. İş olanaklarının çokluğunun cazip geldiği de dillerinde idi. Cihan dayanamaz konuşmaya girer.
          Cihan- Sizler ne yapmışsınız. Bizlerin canına can katan toprağı katillere teslim etmiş bütün can damarlarımızı kopartmışsınız. Doğallığı yok etmiş sonrada doğalı aramak için yapaylığa kaçar olmuşsunuz. Şehirde hastane var dersiniz, hastalıklar yapaylıktan artar bunu hesap etmemişsiniz, kendi imkanınız ile üretebildiğiniz besinlere fazlası ile para vererek temin eder olmuşsunuz sonrada bunun hoşluğundan bahse düşmüşsünüz, kendi elleriniz ile zararlı yapılara müsaade etmiş para kazanmış, bu kazandığınız para ile de hastalık mücadelesine gireceğinizi bilememişsiniz. Nükleerin etkilerini araştırmamış, sizi kurtarmak için kendilerini ortaya atanlara düşman olmuşsunuz. Önce köylülüğünüzü yitirmiş sonrada yabancılık çekeceğiniz şehirliliğe heves etmişsiniz. Dünyayı kurtaracak tek durum olan doğallığı kendi elleriniz ile devlet desteği ile bitirmişsiniz ve sizlere miras kalan her şeyi evlatlarınızdan çalmışsınız. Vay haline gelecek nesillerin.
          Bu konuşmanın ardından bir hafta daha köyde kalan Cihan köy hayallerinden vazgeçerek Almanya'ya temelli dönüş yapar. Köy hayalinin o güzelliği tamamen kaybolmuş, doğallığa dair ne var ise yitip gitmişti aklından. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı, biliyordu bunu. Mesleğine devam ederek çocuklarını tam bir şehirli gibi büyütmeye karar verdikten sonra ne bir doğallık aradı nede naturele dair bir besin maddesi. Cihan Almanya'ya döndüğü ilk gece ''Keşke hiç gitmeseydim de ata yadigarlarını bu şekilde görmeseydim.'' diyecekti eşine..
Yazar:Mitra

FAHİŞE
          Akşam sokağında günler sakin geçer sokaktaki insanlar fazla hareketliliği sevmezlerdi. Zaten genelde de orta yaşlıların oturduğu güzel bir sokaktı akşam sokağı. İzmir'in ışıltılı, deniz kokulu havasından daha farklı bir havayı teneffüs ediyordu adeta. Sokak sakinleri bir birlerini yakından tanır, fazla sohbet etmeselerde yabancıyı simasından anlayacak kadar bilirlerdi birbirlerini. Feride bu sokakta doğmuş, büyümüştü. 
          Feride'nin babası apartman görevlisi idi, genel tabir olarak kapıcılık yapar aile geçimini sağlardı. Annesi de evlere temizliğe gider ev geçimine katkıda bulunurdu. Sakin bir hayat yaşarlar bundan da gocunmazlardı. Bazen, her ailenin yaşadığı sıkıntılara düşerler maddi imkansızlık çekerlerdi ama o denli umursamazlardı. Zaten dört kişilik bir aile oldukları için de masrafları o kadar fazla olmazdı. Feride'nin kardeşi Osman, orta okul son sınıfta okuyor, okul dışında arkadaşları ile sokakta futbol maçı oynayarak zaman geçiriyordu. Dersler ile fazla ilgili değildi aslında ve geleceğe dairde pek bir düşünceye sahip değildi. Sıradan bir öğrenciydi. Feride Liseye yeni başlangıç yaparak okul hayatında bir kademe daha büyümüştü. O zamana kadar pek umurunda olmayan çevre şimdi daha fazla dikkatini çekmeye başlamıştı. Ne de olsa yaşı büyüdükçe çevresi de değişiyor yeni yeni arkadaşlar ile tanışıyordu. Okula başladıktan sonra sınıf arkadaşları arasına karışmış onların yaptıkları dikkatini çeker olmuştu. Ders aralarında bahçeye iniyorlar, sınıfta kalıp sohbetler ediyorlardı. Yeni edindiği arkadaşlarından Pınar, Feride ile daha yakın arkadaş olmuş ve sürekli beraber gezmeye başlamışlardı. Pınarda yoksul bir aileden geliyor ama durumu, takındığı tavırlar,giyim işle zengin kızları gibi davranmaya çalışıyordu. Feride'ye de sürekli bu durumdan yakınıyor zengin olmak istediğinden bahsediyordu. Ailesine kızıyor sürekli yoksulluklarını eleştiriyordu. Pınar'ın ailesi geçici işlerde çalışırlar ve sürekli işlerde bulunamazlardı. Bu nedenle çoğu zaman zor durumda kalırlardı. Çevreden de giyim kuşam konusunda yardımcı olanlar olması nedeni ile kıyafet sıkıntısından bir süreliğine kurtulmuş olurlardı. Bütün bunların yanında Pınar okul dışında çalışarak para kazanır bunu da kendi ihtiyaçları için harcardı.
          Dersler başlamış ve öğrencilerin üzerine ağır bir yük bindirilmişti. Öğretmenler çocukları sırası ile kaldırarak baba, annelerinin mesleklerini sonrada ileride ne olmak istediklerini sorarlardı. Pınar her defasında babasının serbest meslekte bulunduğunu annesinin ise ev hanımı olduğunu söylerdi. Oysa annesi de babası gibi gündelik işlerde çalışırdı. Gecekondu semtinde otururlardı ve bir yakınlarının vesilesi ile bu okula yakın ikamet gösterilerek kayıt yaptırılmıştı. Öğretmenler Feride'ye sorduklarında, Feride diğerleri gibi çekinmeye başlar ve anne babasının mesleklerini gizlerdi. Bunu daha evvel hiç yapmamıştı ama çevresel durumlar kendisini etkilemeye başlamış ve anne babasının mesleklerinden dolayı çevresinden itibar göremeyeceği korkusuna bürünmüştü. Derslerden çıktıklarında Pınar kendisini onaylar ve en iyisinin bu şekilde olacağından bahsederdi. Feride, ilk defa böyle bir duruma düştüğünden dolayı üzülüyor ve sıkıntı yapıyordu kendisine. Pınar, Ferideyi alarak okulun arka tarafına götürmüş ve rahatlaması için cebinden çıkardığı sigarayı ikram etmişti.
Pınar- Bak bu en kaliteli ve itibarlı sigaradır.Zenginler bunu içerler, yak bir tane rahatla.
Feride- Sen nasıl alıyorsun Pınar bunu? Parayı nereden buluyorsun?
Pınar- Kızım ben okuldan sonra çalışıyorum ve kazanıyorum. Kendi paramla sigaramı da alıyorum. Sen de ailenden izin al gel çalış benimle. Ailen sana isteklerini veremeyebilir ama sen kazanır isen giyimini kendin alırsın yada ihtiyacın olur ise karşılarsın. Ne diye arkadaşlarımızın yanında mahcup olalım ki. Hem kim bilecek çalıştığımızı.
          Feride- Ailem izin vermez Pınar nasıl olur ki? Hem sigara içmedim hiç korkuyorum.
Pınar- Bir yolunu buluruz, ben hallederim durumu. Hem çalışacağımız iş kötü bir iş değil, sende göreceksin, bu konuda bana güven. Sigaradan da korkma ilk seferde zorlanırsın ama sonradan alışınca güzel gelir. Hafta sonu da bara gideriz arkadaşlarla içeriz bak hayattan nasıl tat alacaksın. İstediğimiz zaman güzel kıyafetler alırız, gezeriz, monotonlaşan hayattan kurtuluruz.
Bu vesile ile Feride ilk sigarası ile beraber sigaraya alışır. Pınar, dediği gibi alttan girer üstten çıkar ve Feride'nin ailesini kandırır. Hafta sonları dersler için birlikte zaman geçireceklerine inandırırlar aileyi. Sorunları ortadan kaldırdıktan sonra Feride tekstil atölyesinde işe başlar Pınar ile birlikte çalışırlar. Hem okuluna devam ediyor hem de hafta sonlarını boş geçirmeyerek çalışıyor, para kazanıyordu. Bu hayat Feridenin hoşuna gitmişti. Çünkü çevresinde gördükleri ile parasızlık bir eziklikti ve ancak para kazanıp daha iyi giyindiği zaman eziklik ortadan kalkmış olacaktı.
Feride hal ve davranış olarak gün geçtikçe değişiyordu. Pınar ile barlara gidiyor, pahalı sigara kullanıyor, yeni kıyafetler alıyor ve bunları arkadaşının hediye ettiğini söylüyordu. Ailesi zaten hayatın çetin yollarında ekmek paramızı kazanalım derdine düşmüş sıradan hayatlarına devam ediyor kızlarından şüphelenmiyorlardı. Feride artık ailesine ve çevresine sürekli yalanlar söylüyordu.Bu nedenle her geçen gün daha kötü bir duruma geliyordu. 
          Pınar'ın erkek arkadaşı vardı ve biraz havadar çocuktu. Yaş olarak Pınardan büyüktü, hal tavır olarak para harcamayı sever, para bulmak için sürekli farklı yollara baş vururdu, kendisi gibi olan arkadaşını da Feride'ye ayarlayarak dörtlü takılmaya başladılar. Feride, çocuktan hoşlanmış ve aşık olmuştu, o kadar güveniyordu ki ne dese kabulleniyordu. Evlilik hayalleri bile kuruyordu ama oğlan bu düşüncelerden çok uzaktı. Dördünün de ortak noktası daha çok kazanç sağlayarak lüks hayata atılmaktı. Feride bu hayatın içerisinde okulu tamamen boşlamıştı ve aileye haber vermeden okulu ertelemekteydi, Pınar'da Feride ile beraber okul hayatını noktalamaya başlamış ve eve giden ihbar haberlerini beraberce ortadan kaldırır olmuşlardı. Okulun hiç bir cazibesi kalmamıştı. Hem ne anlamı vardı ki? Zaten yoksullardı ve okusalar da bu yoksulluktan kurtulamayacaklardı. 
Okul sonunda aileler durumu öğreniyor ve çocukları okuldan alıyorlardı. Bu durum daha fazla işlerine gelmiş ve çalışma hayatına atılmakla daha fazla kazanmaya başlamışlardı. Erkek arkadaşları yaptıkları işten vurgun yapınca paraları da beraber harcıyorlardı. Seneler geçer olmuştu ve Feride 17 Yaşına adım atmıştı. Atık eski Feride yoktu yerinde. Salınıp güzelleşen Feride olgunlaştıkça iş yerinde erkeklerin ilgisini çeker olmuş ve çalıştığı yerlerde tacizlere maruz kalmıştı. Pınar da arkadaşı ile aynı kaderi paylaşmakta idi ve nereye gitseler, nerede bulunsalar bu tacizlere uğramaktaydılar. 
O acı gün geldiği zaman, kader tersini bir anda gösterir olmuştu. Feride iş yerinde akşam saatine mesaiye kalacaktı, patronu öyle istemişti ve iş yeri boşaldıktan sonra baş başa çalışır olmuşlardı. Patron çalışır iken içeriz diye alkol almıştı. Feride bir baba gibi gördüğü patronundan şüphelenmeyecek kadar seviyordu. Feride'nin bu denli yakın yaklaşması ise patronu yanıltmış ve bir ilişki düşüncesine salmıştı. Alkol alındıkça patron daha fazla yanaşmaya çalışıyordu. Feride durumu anlamış ama iş işten geçmişti, patron durdurulamayacak kadar vahşileşmiş ve bir süre arbedenin ardından Feride'ye tecavüz etmişti. Feride'nin daha evvel sevgilisi ile ilişkisi olması nedeni ile bakire olmaması, patronu rahatlatmış ve zaten yolcusun sıkıntı olmaz demesine yol açmıştı. Feride ağlıyor, patron ise para ile susturmaya çalışıyordu.
          Patron- Bana bak zaten kız değilsin zaten, seni imkansız bırakmam parasız kalmazsın, ya bu duruma devam edersin yada seni rezil ederim. İyi düşün.
Feride ne yapacağını bilemez. Olayın üstünü kapatmaya çalışır. Erkek arkadaşı diğer arkadaşı ile beraber bir hırsızlık davası nedeni ile tutuklanır. Artık yoktur ve kızlara destek olan en büyük maddi kaynaklarda yoktur artık. Feride ve Pınar bir çok yere borçlanmaya başlamış, evlere de para götüremez olmuşlardı. Son moda takılıyor, en son ürünlerden muhakkak alıyorlardı. Erkek arkadaşlarının da olmayışı biraz daha serbest takılmalarına neden olmuştu. Masraflar arttıkça daha fazla para gerekiyor ve daha fazla para ihtiyacı sıkıntıyı artırıyordu. Borçların vadesi gelmiş kapıya dayanmıştı. Feride bir defadan bir şey olmaz yeter ki şu borçlardan kurtulalım derdine düşmüş ve eski patronun teklifini Pınara da anlatmıştı. İki kafadar bir kerelik ilişkiden zarar görmeyeceklerine karar vererek yola koyulmuşlardı. Eski patron kızları akşam alacağını evlere de bahane bulmaları gerektiğini izah etmişti. Her şey hazırdı ortam kuruldu ve o akşam dört erkek iki kız önce bara oradan da kenar otellerden birisine geçtiler. Kızlar ürkmesin ve rahat hareket etsinler diye uyuşturucu hap vermişlerdi. Sabaha kadar hayatın en rezil hallerinden birini yaşayan kızlar sabah otelden çıktıklarında artık eskiye dönemeyecek durumdaydılar. Uyuşturucu kendisine çeken bir madde idi ve çekiyordu. Uyuşturucu heves ettikleri alemin en son raddesi idi. Daha evvel de erkek arkadaşları vasıtası ile de esrar kullanmışlardı ama bu seferki farklıydı. Kızlar para ve uyuşturucu uğrunda sürekli bu alemi yaşar olmuşlardı. Evlere gitmiyorlar, sürekli barlarda geziyorlar ve alemlere dalıyorlardı. Daldıkları alemlerde dayak yiyor, aşağılanıyor, hor görülüyorlardı ama her şeye rağmen hayat devam ediyor ve bu hayata rağmen artık kopamıyorlardı çünkü bir sokaktan çıkıp bütün İzmir'e tanınmışlardı. Nereye gitseler kaşar orospulardı. Hayat acıydı ve bu acı hayat daha fazlası için çaba gösterenlere kötü sonunu sunuyordu. Pınar ve Feride ailelerden kopmuş, çocukları olmuştu, lakin çocuklara kendileri bakmak zorundaydılar çünkü babaları bile belli değildi. Vesikalarını aldılar artık hayat kadınlarıydı ikisi de. 
          Feride ve Pınar özentinin sonunu ağır bedeller ile ödediler ve kadın olmanın verdiği dezavantajında etkisi ile kolay yem oldular acı hayata. Kadınlar toplumda daima kullanılıp atılacak lokma gözü ile görülmekte ve gittikleri her işte neredeyse tacize maruz kalmaktadırlar. Üstüne hayatta görsel, sözel özendirmeler hayat karşısında daha zayıf olanları yakalar ve girdabına çeker. İşte asıl fahişe özendirici ve bu özendirdiklerini elde etme yolunda insana tuzaklar kuran hayatın kendisidir. Fahişe genç kızları zayıflığından kullananlardır ve fahişe sistemin ta kendisidir. Yokluk ise fahişeye hizmetkar olan en önemli noktadır. Fahişe beyinlerimizde oluşturulan sarf düşünceleri ve sarf düşüncelerden meydana gelen zaaflarımızdır. Feride ve Pınar ise bu yolda harcanan iki küçük noktadır...
Yazar:Mitra
KABADAYI
İstanbul'un kenar mahallelerine, köyden göç ederek gelmişti Cemal'in ailesi. Yeni geldikleri bu şehir, köye hiç benzemiyor, kültür olarak çok farklılıklar barındırıyordu. Aile yoksul mahallelerde diğer aileler ile kaynaşıyor ama çevreye açılamıyorlardı. Çünkü bu şehir, mahalle mahalle, ilçe ilçe farklılıklar barındırıyor ve her yerinde ayrı yapılar barındırıyordu. Kısacası küçük yerden gelenleri korkuya salacak kadar geniş bir yapısı bulunuyordu. Cemal, ailesi ile geldiği mahallede büyümüş ve mahalle dışına pek fazla çıkmamıştı. Lise çağlarına geldiğinde, mahalle dışındaki hayat ile tanışmaya başlamış ve yeni dostlar, ortamlar edinmişti. En sevdiği yer ise Beyoğlu'nun arka sokaklarında bulunan bitirim hane tabir edilen Dostlar Bilardo salonu idi. Arkadaşları ile sürekli burada toplanır kağıt oyunları oynarlardı. Bazen de burada toplandıktan sonra Tarlabaşı'na gider içki alemlerine dalarlardı. Cemal küçüklüğünden beri kavgacı yapıya sahip ve ortamında sözü geçen bir delikanlı idi. Bu özelliği nedeni ile de çevresinde yeni arkadaşlıklar edinmekte zorlanmıyor çabuk kaynaşıyordu. Her gittiği ortamda Kabadayılık üzerine sohbetlerde bulunuyor ve bir kabadayının nasıl olması gerektiğini kurguluyordu kafasında. Sürekli gittiği Dostlar Bilardosunun sahibi Kara Kadir, eski bitirimlerdendi. Uzun cezalardan sonra kendince kabuğuna çekilmiş, yer yapmış, eski dostları ile kendi mekanında toplanıp eski günleri yad ederlerdi. Kara Kadir, mekanına gelen bu yağız delikanlıyı severdi ve kendi gençliğine benzetirdi. Cemal'i kendi ortamına sokar ve sohbetlerde bulunmasına müsaade ederdi. Cemal, Kadir ağabeyinin yanında kabadayılığı öğrenir ve kendince bitirim takılmaya başlardı. 
Cemal zamanla çevrede çok güzel bir isim bırakmaya başladı. Kabadayı Cemal dendiği zaman bitirim aleminde tanınır, gariban dostu olarak anılırdı. Genç yaşında mangal gibi bir yüreğin sahibi idi. Liseyi okumamış, Kara Kadir ağabeyinin yanında çalışmış hem para kazanmış hem de çevre yapmıştı. Ailesine kazancından bir kısmını verir geri kalanını ise çevresine arkadaşlarına yada ihtiyacı olanlara dağıtırdı. Artık lise çağları geçmiş koca delikanlı olmuştu. Askerlik çağı geldiği zaman hiç ertelemeden askere gitmiş ve geri geldiğinde bitirimhanede kaldığı yerden devam etmişti. Lakin işler değişmiş artık daha büyük oynamaya karar vermişti. Yeni edindiği arkadaşları vasıtası ile Beyoğlunun gece alemlerine dalar olmuş ve mekanlarda nam salmaya başlamıştı. Gittiği mekanlarda hesap ödemez ve gerektiği zaman mekan koruyuculuğu üstlenirdi. Gözü karalığı nedeni ile de mekancılar tarafından sevilir ve saygı uyandırırdı. İlk cezaevi hayatı ile o yaşlarda tanışan Cemal racon gereği bir defa hapis hayatını görerek eğitimini tamamlaması gerekirdi ve Beyoğlu'nda bir mekanda çıkan tartışmanın ardından tanınmış bitirimlerden Sarı Cavit'in iki adamını yaralayan Cemal, cezaevine girmiş ve içeride İstanbul'un tanınmış isimleri ile tanınmış ve kendince bir yer edinmişti. Gözü karalığı her yerde dikkat çeken Cemal, bir çok isimli tarafından kullanılmak istenen biri haline gelmişti. Lakin Cemal kimsenin gölgesi altında duramazdı, durmadı da. Tek tabanca alemlerde boy gösteriyor, üç dört kişinin arasına giriyor yara alıyor, yara veriyordu. Kanlı yükseliş Cemal'in ismini dilden dile yayıyordu.
Kabadayı Cemal sadece vurdu, kırdılar ile değil, çevresine yardımı ve mazlumun yanında oluşu ile de ismini yaymakta idi. Öğrendiği kadarı ile kabadayı, halkın arasında olan, çevresindekilere yardım eden, kötü düşünceli insanların karşısında duran, devlet ile iş birliği yapmayan, emniyet ispiyoncusu olmayan ve dik duruşu olanlardan olmalı idi, kendisi de bu uğurda can verecek kadar erdemliydi. Cemal bu özellikleri ile kabadayı camiasına da yayılmıştı ama büyüklerin kendisini bir tehlike olarak görmeye başlamasını sağlamaktan da geri durmamıştı. Bu alem Cemalin düşlerinde kurduğu, kuracağı bir alem değildi. Kim sivrilir ise harcanma konumuna yaklaşırdı. Ki birde arkanda sağlam dostların yok ise harcanman işten bile değildi. Acı son hazırlığı için aç kurtlar kendi aralarında toplanır ve kararı verirlerdi. Bir delikanlı, helede yoksul mahallelerde yetişen yoksul bir delikanlı nasıl olur da bu denli isim yapabilirdi?
Sarı Mustafa, Laz Hüsnü, Jilet Suat, Reis Hamdi, Racon Sedat, İstanbul'un önde gelenlerindendir.Bütün İstanbul piyasasını ellerinde bulundururlar, çok geniş kademelerde dostlara sahiptirler. Uyuşturucu, çalıntı mal alım satım, kaçak malzeme, kaçak sigara, beyaz kadın ticareti, gece alemleri, eğlence mekanları, arazi işleri, inşaat sektörü, silah satışı gibi akla gelebilecek yer altı bütün işleri yönlendirir kendi alt birimlerini kurarlardı. Harcanması gereken birisi olduğu zaman alt birimlerden birisini ele verirler kendileri İş adamı pozisyonunda gezerler. Zaten gittikleri her yerde beyefendi diye anılırlar, oluk oluk para harcarlar. Garip yiğit Cemal'in ismi kendilerine verilmişti ve gereken karar beklenmekteydi. Cemal'in en büyük hatası, yoksul mahallesine dadanan arazi mafyasının karşısında durup Arap Samet'i mahalle ortasında madara etmesiydi. Araziler boşaltılacak ve otel arazisi haline getirilecekti. Bütün işlemler hazırlanmış geriye sadece mahalleliyi sokağa atmak kalmıştı. Cemal edindiği deneyimlerden arazi mafyası ile uğraşamayacağını biliyordu ama bu kadar büyük bir gücü olacağını tahmin bile edemezdi. Delikanlılık her şeyden önce gelirdi Cemal için ve garibanlar için etini kopartıp yiyebilirdi. Sonunda karar verildi, Kabadayı Cemal'in kalemi kırıldı. Daha evvel bir çok defa emniyet işkencelerinden geçmiş lakin yılmamıştı bu nedenle iş emniyete bırakılmadan harcanmalıydı. İhale verildi ve çakallar ordusu hazırlandı. 
Kabadayı Cemal her zaman uğradığı dostlar bilardosunun önüne geldiğinde kendisini bir sürpriz bekliyordu. Dört araba dolusu leş kargası Cemali durdurdu ve silahlarını Cemale doğrulttular. Cemalin sözde delikanlı arkadaşları koşarak oradan uzaklaştılar. Etraf sessizdi, bir anda silah sesleri ile ortalık kıyamet alanına döndü. Cemal silahına davranana kadar yirmi kurşun yemiş ve yere serilmişti. Cemalin ağabeyi ve yol göstericisi olan Kara Kadir dükkandan çıkamadı bile. Yer kan gölüne dönmüş, yoksul delikanlı Cemal son nefesini veriyordu. Cemal delikanlılığı öğrenmiş ama çakallığın gücünü görmezden gelmiş, paraya pula önem vermemiş varsa yoksa dostluktan medet ummuştu. Lakin sahte kabadayılar sofrasında dostluklar meze olarak kullanılıyordu.
Cemal öldü, mahalleli dillere destan bir cenaze merasimi düzenleyerek son görevini yerine getirdi. Dillerden dillere dolaşan Cemalin ismi bir süre sonra anılmaz olmuş unutulmaya yüz tutmuştu. Kabadayılığı çığırtkanlık, derin dostluklar ile kurulan sahtekarlık, kalabalıklar halinde yapılan erkeklik, kirli işlerden rant kazanmak sananlar elinde gerçek yiğitler hiç bir zaman hak ettikleri değere ulaşamadılar. Oysa kabadayılık halk mücadelesinde yiğitliğini ortaya koymak olmalıydı. Cemal öldüğünden beride Kabadayılık sadece çakalların elinde yükselen değerler sanılmaya başlandı. Yeni yetme delikanlılar para kazanmayı her şey olarak görmekte ve para gücünün önünde el etek öperek garibana zulüm etmekte buldular kabadayılığı. İşte bu nedenle her ağzını şiddetle açana kabadayı denilmektedir bu memlekette.
Gerçek kabadayılar halkının yüreğinde taht kuranlardır. Halk mücadelesinde yer alan bütün yürekli delikanlılara selam olsun...
Yazar:Mitra
YOKSUL...
Hamo, yoksulluğu ile meşhur kenar mahallede ikamet etmekteydi. Mahalle diğer mahallelerden daha ayrıksı durmakta ve şehrin en yoksul insanlarını barındırmaktaydı. Mahalle insanı geçimini angarya işlerden sağlamaktadır. Hamallık, temizlik, inşaat ve beden gücü gerektiren bütün işlere dağılmaktaydılar. Bütün bunların dışında pis işlerinde kolaylıkla görüldüğü kenar mahalle denilen batakhaneleri içerisinde barındırmaktaydı. Gece işlerinde çalışan kadınlar, uyuşturucu satan torbacılar, hırsızlığa çıkan aileler, yan kesicilik ve kap kaç suçlarını işleyen topluluklar mahallenin büyük kesimini oluşturmaktaydı. Mahalledeki yoksulluğun had safhada oluşu nedeni ile ekmek davası adına her yol mübahtır mantığı güdülmekte idi. Kazanç sağlayanlar yok değildi. Kazançlarını sağlayanlar bir süre içerisinde iyi yaşıyor görünseler de cezaevi yollarında bütün kazançlarını fazlası ile yitirmekteydiler. Çünkü yoksulluk öyle bir beladır ki insanın yakasına yapıştı mı hiç bir şekilde kurtuluşu yoktur. 
Hamo bu mahallede doğmuş büyümüş ve bu mahallede gençliğini yitirmiştir. Ara ara arkadaşlarının telkini ile gayrı meşru yollardan kazanç sağlamaya çalışmış, uzun yıllarını cezaevlerinde geçirmiştir. Hamo yıllar yılı hayalini kurduğu iyi bir hayata kavuşamadığı gibi bir çok arkadaşını da bu uğurda kaybetmiştir. Gençlik heveslerinde özenilecek renkli ışıkların, kabadayılık yollarındaki imkanların ve bitirim hanelerin çekiciliğinin özendirici etkilerine kapılan gençler, kendilerine sunulan renkli yolların uğrunda harcanmakta, istemediği hayatlara sürüklenmektedir. Yoksulun mahallesinde imkansızlıktan başka ne olur ki? Aile büyükleri en ağır işlerde çalışırlar iken horlanır, sabit iş imkanı bulamaz veya geçici işlerde ömür törpüler iken çeşitli talihsizlikler neticesinde çalışamaz hale gelirlerdi. Bu haksızlıkların neticesinde gençler daha çocukluktan çıkarlarken isyan bayrağını ellerine alırlar ve düzene, insanlara isyan edeyim derken kendi hayatlarını yakar geçerler. İçlerinden çok azı şanslı olabilir ve bu örnekler dillerden dillere dolanır dururdu. Oysa örnek alınan kişi bile hayat çemberinde sürekli oradan oraya sürüklenmekteydi. 
-Devran ağbi vardı bu mahallelerde heyt be mahallenin girişinde narayı bir patlatırdı, mahalleli kaçacak delik arardı, sonunda en büyük kabadayılardan Bitirim Ahmet ağbinin yanına girdi cukka cepte, faça on numara, kızlarda çevresini sarmış of diyorum. Şu anda da Bitirim Ahmet ağbinin uğruna üç leşi var onun cezasını yatıyor. On numara ceza yatıyormuş. Duysanız Cezaevi elindedir...
-Fahri yolunu tutturmuş, yandan cebe koyardı, balyayı alırdı, kedi kafası gibi cukka cebine bile sığmaz, garibana da dağıtırdı, yolu değiştirdi uyuşturucuya girdi, iyi para vurdu, adamlara yanlış yapmış kıymışlar canına. Ah be Fahri yanlış yapmasaydın bir apartman paran olacaktı...
-Serpil abla çok güzel bir kızdı, bu mahallenin gülüydü, Kara Celalin de yavuklusu idi, bir gün Celal ağbiyi vurdular, Serpil ablam kaçtı mahalleden. Son duyuma göre Pavyona düşmüş, ailesi reddetti, mahalleye de gelmiyor ama kazancı güzelmiş diyorlar, yakında da assolist olur paraya para demez...
Mahalledeki hikayeler, dolandırıcılık, kapkaç, hırsızlık, dalavere, cinayet, gece alemleri masalları ile sürer gider ama hiç kimse biten bir ömrün hangi zorluklardan geçtiğini ve gecelerin sessizliğinde ne acılar yaşandığını bilmezler. Gece hayatı sinsice işler insan yüreğine ve bitirene kadar da kalmaz harabe yüreklerden. Yada bilirler zorlukları ama onlar başaramadı ben başarırım hayallerine dalmaktadırlar. Yoksulluk, hayal alemlerinin ana vatanı değil mi? 
Hamo bu zor aşamaları anasını kaybettiği gün itibari ile yaşamış ve mahallede etkin elemanlardan olmuştur. Lakin hayatın zor aşamalarına yoksulluğun dayanamayacağını acı bir şekilde öğrendikten sonra, kendisini hayatta kalabileceği kadar kazançla geçindirebilmek için angarya işlerdeçalışmıştır. Boyacılıktan, hamallığa kadar her türlü işte bulunmuş ve düzenli bir hayat olan işinden evine evinden işine gider olmuştur. Evlilik hayatı kurmak istediyse de kısmet bulamamış tek başına hayat mücadelesine atılmıştır. 
Bir gün mahalle arkadaşlarından Komünist Kazım'ın telkini ile dergiler okumaya, siyaset üzerine yorumlara bakmaya başlamıştır. Mahallenin durumunu en iyi anlatan konular ilgisini çekmiş ve yoksulluğun aslında sömürge düzeninin devamlılığı için gerekli olduğunu öğrenmiş, isyanını beyan edeceği farklı bir alanı keşfetmiştir. Bu mahalleler hem pis işler için gerekli hemde cehalete salındığı için yönetimlerin işine gelmekteydi. Sormazlar, sorgulamazlar, sadece hayatta kalma mücadelesi verirler. Sabah evden çıkarlar akşama kadar ekmek savaşına atılırlardı. Bu mahallelerden başka mahallelere imrenerek bakılır ve bir gün o mahallerde oturma hayalleri kurulurdu. Hamo içeride de öğrendiklerini dergideki yorumlar ile birleştirince, isyanın kendisine değil bu düzene karşı yapılması gerektiğine karar vererek adımını bu yolda atmaya karar verdi. İş saatleri dışında kahvede veya toplu bulunulan alkol masalarında arkadaşlarına yada mahalle sakinlerine durumu anlatmaya başladı.
Hamo -Arkadaşlar, yıllardır aynı sefaletin içerisindeyiz. Hastalıklarla, yokluklarla, çaresizliklerle savaş vermekteyiz. Durumu iyi olanların yanlarında köpek gibi işimizi yapmaya çalışmaktayız. Horlanıyoruz, itiliyoruz, kakılıyoruz. Mahallemizin delikanlıları olmayacak hayallerin peşinden koşturmakta ve bu yolda bitime gitmekteler, Bizler daha fazla yoksullaşalım diye ellerinden geleni yapmaktadırlar, özelleştirmeler ile varlıklıları daha varlıklı yaparlar iken bizleri daha fazla sömürecek kan emicileri yetiştiriyorlar. Özelleştirmeleri bizlere nimetmiş gibi sunuyorlar, oysa özelleşen kurumlarda bile sadece tekeller büyüyebilmekte, küçük esnaflar yok olmaktadır. Bu gün iş bulabiliyor isek buna da şükür diyoruz ama yarınlarda bu imkanlarımızda olmayacak. İçeriden bilirim, ezenler, eze bilenler hep varlıklılar olmuştur, bizler yoksullar, önümüze susalım diye kemik atılanlardan olmaktayız ve hiç bir zaman bu şaşaalı masallara ulaşamayacağız. Binlerce yoksuldan belki biri ikisi iyi konumlara gelebilir iken geri kalanı sadece kullan at modellerini oluşturmaktadır. Bu gidişe bir dur demenin zamanı gelmedi mi.
Mahalleli -Ne yapalım Hamo, bizler ne yapabiliriz ki? Siyasiler bile bizleri sadece seçimden seçime hatırlıyorlar, af edersin mahalleye Muhtar olan Necmi bile seçimlerden sonra suratımıza bakmaya tenezzül etmiyor. Bizler denide sadece kum tanesiyiz. Bu düzen böyle gelmiş böyle gider. Sen de çeneni fazla yormada işine gücüne bak. Komünist, komünist konuşup ta birde siyasetten başına iş alma.
Hamo -Arkadaşlar, bireysel zaten hiç bir şey başaramayız, siyasileri de ilahlaştıran bizler değil miyiz. Bizler sayesinde saltanat sürüyorlar ve bizlerden destek alana kadar bin bir türlü yalanlar ile bizleri kandırıyorlar. Dinimizi sömürüyorlar, düşüncelerimizi sömürüyorlar ve bizlerden aldıkları güçle şah oluyorlar. Çocuklarımız hastalıktan ölüyor yada sakat kalıyor, kardeşlerimiz yoksulluktan ne yapacağını şaşırıyor, kadınlarımız kızlarımız piyasaya düşüyor ve bütün bunlar bir oyun içerisinde sürdürülüyor, bizler ise düşünmediğimiz için sadece destek oluyor yada bilmeden muhalif oluyoruz. Nereye, kime gittiğimizi de bilmiyoruz körü körüne inanıyoruz. Yahu bizler savunduğumuz düşünceleri bile ne için savunduğumuzu bilmiyoruz ki?
Mahalleli -Hamo, sen o kadar anlatıyorsun da kendini neden kurtarmadın, senin kendine faydan yok ki mahalleliye ne yapabilirsin? Bak belediyeler çalışıyor, mahallenin ortasından geçen lağımı bile asvaltladılar da yola kavuştuk. Hükümet maaşlara da zam yaptı, hem daha ne yapsın hepimizin altını mı belesin teker teker. Yürü git kafamızı bulandırma.
Hamo -Yahu asvalt attı da babasının hayrına mı attı, atmak zorundalar o lağımdan kaç çocuk telef oldu, hem belediye çalışmadığı zaman nasıl çalacak yahu, parayı nereden götürecek. Hükümet maaşa zam yapmış? Kaçınız sigortalı çalışıyor? Kaçınız asgari ücrete tabisiniz? Zam yapıyor eyvallah ama ardından da hamudu ile götürüyor. Ülke kaosa sürükleniyor ve insanlar ölülerinde bile ayrışıyor, köylerimiz boşaltıldı atıldık şehirlere, bilmiyorlar mıydı bu kadar çaresiz kalacağımız, dışarıdan yeni yeni mülteciler getirilirt oldu, iş imkanları ellerimizden alınmaya başlandı, her geçen gün daha kötüye gidiyoruz. İşletmeler asgari ücreti bırak geçimlik parayı bile zor verir oldular. Sizler neyin derdindesiniz. Uyanmayacak mısınız? Devlet sizlere yardım ediyor diye şükür dualarına çıkıyorsunuz. Yahu devletler yoksulunu gözetmek zorunda zaten, ekmeksiz bıraksın da hepimiz ölelim mi? İşleri kim yapacak. Evet canımız kıymetli değil, ölümümüzün kimseye zararı yok hatta toplu ölsek bile kimsenin umurunda olmaz ama bizlerde lazımız bu devlete. Askere şehit gerek, yollara ucuz işçi gerek, olmadı seçimde oy verecek yoksul gerek. Bir de kalkmış sosyal yardımdan bahsediyorsunuz. Ulan iş kapılarımızı kapattılar ekmek verseler ne olacak ki?
Mahalleli -Hamo seni yoldan çıkartan aha bu Komünist Kazım değil mi zaten. Kaç arkadaşı eylemlerde öldü bunun seni nasıl koruyacak, yıllarca bu yollarda, ne yapabildi şimdiye kadar. Haklısınız belki ama bir şey gelmez elden. Devlete güç mü yeter? Hadi gidin, sakin kafamızı da fazla karıştırmayın.
Komünist Kazım -Bu yolda bir çok genç sadece sizlerin isteyemediğiniz hakkınızı aramak için ölüme koştular, hiç bir karşılık beklemediler, bağımsızlık ve özgürlük için kendilerini seve seve feda ettiler, adaletsizlikler olmasın diye direndiler ve o çocuklar bu günde olsa bütün nankörlüğünüze rağmen aynı yolda kendilerini fedaya hazır olurlardı. Yazık bari kötü düşünmeyin.
Hamo -Ceza evinde bir şey öğrendim arkadaşlar. Direnenler olmasaydı, saçlarımız sıfıra vurulmaya devam eder, bit dayağına tutulurduk. Tek tip kıyafet giyer, zengin etle ekmeğini götürür iken bizler bozuk yemeklere talim ederdik, hiç önemsemezsiniz voleybol oyununu bile oynamamıza müsaade etmezlerdi. Oysa bu uğurda bizden evvel gidenlerin bedenlerinin direnci karşısında bu nimetler sunulmak zorunda olunmuştur. Unutmayın dostlar Spartacüs Roma imparatorluğuna karşı başarılı olamadı, olamazdı da ama Köleliğin kalkmasında o ilk adımı atmış olması ardından gelenlere büyük cesaret vermiş ve söke söke almışlardır özgürlüklerini. İşte bu yüzden kanmayacak ve bizleri kandırmaya gelenlerin yüzlerine yalanlarını tokat gibi vuracağız, hem böylelikle bizlere de kolay kolay yalan söyleyemeyecekler. Yoksulluğumuz kaderimiz olabilir a dostlar ama yolunmuşluğumuzu kader olmaktan kurtarmak ta bizlerin ellerindedir. Mücadelemiz bu yolda olsun bari.
Der ve ortamdan ayrılırlar. Hamo gördüğü haksızlıklara dayanamayarak bu düzenin temelden bozuk olduğunu kavramış ve sitemini bu yolda kullanmaya başlamıştır. Mahallede kimse arkalarından gelmedi, gelmezlerdi de zaten. Ne zaman sıradan halk kendisini düşünenlerin yoluna hak verdi ki. Her daim kendilerini kullananlara kul oldular, yeri geldi kışkırtıcıların kışkırtmalarına boyun eğdi ve bu uğurda can aldılar. Oysa kendi haklarını almanın yolunu bulamadılar, kabullenemediler ve hiç bir zaman kendilerinden olana değer vermediler. İşte böyle devam eden düzen sonunda bir eylem esnasında Hamo'nun bedenine kanlı kurşunlarını saplamış, hayat yolundaki yoksulluğuna son noktayı koymuştur. Mahallede ise ''Yoksul doğdu, yoksul büyüdü ve yoksul öldü.'' diyerek anılmış, unutulmaya yüz tutmuştu.
Hamo bir yoksulluk hikayesi, Hamo yoksulluğa başkaldırışın simgesidir. Hamolar öldükçe doğar, doğdukça ölürler. Kıymetleri bilinmez ama büyük yürekleri daima yol gösterici olmaya devam eder. Hamolara ne Şeyh Bedrettin iken ne Pir Sultan iken, ne Deniz Gezmişken nede İbrahim Yoldaş iken değer verilmedi ki yoksul Hamo iken değer verilsin...
-Mitra-
ANA BENİ OKUTMA... Okumak bir toplumu dolaylı yada dolaysız olarak daha ileri aşamalara yönlendirir. Okuyan toplum en azından nerede ne yapması gerektiğine dair fikir üretebilir, okumanın verdiği yetenek ile farklı araştırmalara girebilir ve sorgulamasını sağlayacak kapasiteye erişebilir. Bu yolla da toplumun eğitim kapasitesi artar, toplum olarak gelişim aşamasını tamamlar. Okumak demek gelecekte Mühendis yada Doktor olmak demek değildir. Düşünün ki her hangi bir işçi bile okumuş olduğu zaman haklarını savunabilecek kapasiteye erişebilir veya bir çiftçi okumanın verdiği bilgi ile hangi ürünün daha revaçta olacağını ve bu kaynağı nasıl pazarlayabileceğini, üstüne de kendisine ve topluma nasıl daha fazla yararlı olabileceği konusunda fikir üretebilir. Kısacası kolay kolay kandırılamayan yada her söylenene inanan bir toplum ortadan kaldırılmış olur. Bir çiftçi deneyimleri yani pratiğinin yanı sıra teorik olarak ta üretken olur ise ziraat'in önüne kim geçebilir ki. Köy Enstitüleri ile geliştirilme aşamasına sokulan toplum, bir anda bu yapının siyasal düzlemde bir fayda getirmeyeceği hatta muhalif seslerin artacağı bilinci ile sonlandırılmış ve geriletilen bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Çünkü üretken toplum pembe masallar ile fazlalıkla kandırılamaz. Kandırılamayan toplumda üretken olmayan siyaset ise hiç bir iş göremez. Çünkü bizde siyasiler genellikle üretkenlikle değil, karşı rakibin üzerine yüklenerek siyasal icraatlarını devam ettirirler. Yol yaparlar yanına dış güçlerle hareket eden muhalefet bizi bitirmeye çalışıyor, derler ve bir bakmışsınız ömrü hayatında yaptığı yollar ile yıllarca siyasetin tepesinde oynarlar. Baktınız işe yaramadı hemen yeni silahlar devreye sokularak ''Din elden gidiyor.'' yada ''Vatan, Millet, Sakarya.'' Gibi laflar ile en revaçta kullanım aşamalarına geçilir. Bir de yapay muhalefet oluşturulur ki, siyasetçiler iyi bilirler, halk kendisi için adım atacak hiç bir harekete destek vermez. Çünkü düşünme yetilerini kullanmalarına imkan sağlayacak eğitim sağlanmamaktadır. Yapay muhalefet burada ''Halkçılık, Kemalizm.'' Söylemlerini öne sürerek sadece kısıtlı olan kesimi çevresinde toplamaya çalışır ki çoğunluğa engel olunmasın. Geçmişte bu tür iktidar ve muhalefet el birliklerine sıklıkla rastladık. Hatta günümüzde de kol kola muhalefet yapılmasına da fazlası ile alıştık. Eğitimin zararlarını Osmanlı döneminden bu tarafa net bir şekilde bilmekteyiz. Ki Osmanlı hanedanlarının hiç birisi de ülke genelinde eğitimi yaymamışlar aksine sadece Kur'an eğitimi ile dahiler yaratma çabasına girmişlerdir. Cümle alem de bilir ki sadece Kur'an okuyarak Filozof yetiştirilemez. Osmanlı'nın yıkılmasının ardından yeni kurulan Cumhuriyet'te ise bir dönem eğitime ağırlık verilmiş bunun neticesinde emperyalizme karşı çığ gibi muhalif ordusu yetiştirilmiştir. Emperyalizm ise kendisine muhalif olacak nesillere sıcak bakmamakla birlikte bir an evvel bu yapının bozulmasını istemiş ve darbeler ile eğitim kültürünün önü kesilmiştir. Geriye kalan toz bulutunun enkazından ise düşünemeyen, vicdana bürünemeyen ve kendi hırsızını sorgulayamayan bir nesil yetiştirilmiştir. Bu nedenle ülke tarihi kanlı ve acılı olaylar ile dolup taşmış, empati yapamayan ve kendisinden başkasını anlayamayan, geçmişteki biatçılar dönemine dönen nesil haline dönüştürülmüştür. Biat eden nesil hiç bir dayatmanın nedenini anlayamaz ve olduğu gibi kabullenir. Bizlere dayatılan eğitimsizliği kabul etmemiz ile birlikte, siyasilerin çocuklarınızı dini eğitime salık verin demelerini sorgulamamış ve bize dini dayatanların evlatlarını neden Avrupa'larda okuttuklarını görmemişiz. Osmanlı'da da saray çocuklarını en donanımlı eğitime sürer iken, halkın çocukları anlamadıkları eğitimlerden geçerek en saf halini almışlardır. İşte bir toplum oynanan eğitimi ile bu şekilde gericiliğe hizmetkar edilir, bir toplum bu yolla kendisini kurtaracak cellatlarına aşık olur. Değerli dostlarım bu makus talihimize son vereceğimiz eğitim, öğretim başarılarına ulaşacağımız zamanların beklentisi ile, hepinizi en derin duygularımla selamlıyorum. Saygılarımla... Yazar:Mitra