Neden sorusu üzerine…
            Türkiye de yaşıyorsanız her gün illaki bir şeyleri  neden böyle yapmışlar diye kafaya takıyorsunuzdur, anlamak için de saatlerce çaba harcıyorsunuzdur. En azından ben her gün saçma sapan şeylerle karşılaşıyorum bu yüzdende bunun hakkında bir yazı yazmak istedim. Günlük sıradan şeyler yerine biraz daha genel sorunları örnek göstereceğim çünkü her gün karşılaştığım saçmalıkları sayamaya başlarsam 5 cilt yazı çıkar ortaya yazmak bana dert okumak size dert olur.
 Gerçekten aşırı mantıksız sistemler, saçma sapan sırf kural olsun diye konulmuş kurallar, gereği olmayan bir şeylerle uğraşmalar ama sorunları görmezden gelerek hiç oralı bile olmamalar ve daha niceleri. Evet hoş geldiniz burası Türkiye. Mantıksızlığın mükemmel derecede yüksek olduğu herkesin zamanla koyuna evrildiği dünyanın en mükemmel(!) ülkesi. Dünyanın neresine giderseniz gidin daha iyisini bulamazsınız gerçekten söylüyorum ya şaka yapmıyorum, gülmeyin.  O kadar iyi bir ülke ki sizin yerinize düşünüyorlar yahu siz hiç çaba göstermeden gün boyunca otluyorsunuz başka nerede var böyle bir hizmet Allah aşkına bana bir örnek göstersin.
Demokrasi ile başlayalım. Demokrasinin tarihsel süreçleri üzerine öne atılmış görüşleri incelediğimizde halk tarafından karar alma sürecine katılma olarak uzlaşı sağlandığını görürüz. Bizler oy kullanma imtiyazına ulaşmış olsak bile bizi ilgilendiren hangi karar alma sürecine katılıyoruz? Bkz:YÖK tasarısı dönüştürülüyor, öğrenciler hakkında veya üniversitelerin işleyişi hakkında yeni düzenlemeler yapılacak. Peki hangi üniversite hocasına ya da öğrencisine fikir soruluyor? Ya da oylamaya sunuluyor? Hal böyleyken bu yönetim şekline demokrasi demek kadar mantıksız bir durum yoktur.
Bir örnek olarak ta KPSS yi öne sürebilirim yıllarca sınava girip hep en iyisi olmak için uğraş, liseyi kazan, üniversiteyi kazan, 16 sene oku, çabala ee iş yok. E oldu mu şimdi güzel ağabeycim demezler mi sana biz bu kadar sene boşa mı okuduk çabaladık diye. Madem iş vermeyeceksin kapat okulların hepsini kur sanayiyi herkes sanayide çalışsın bari üretim artar da bir katkısı olur sana. Ayrıca şunu da unutmayalım ki KPSS adayları birilerini eleye eleye o noktaya kadar gelmiş daha ne sınavından bahsediyorsun sen anlamış değilim.
            KPSS dershaneleri de ayrı bir saçmalık konusu  sana ders veren adamlar zaten KPSS yi kazanamadığı için orada çalışıyor e ne anladık biz bu işten başaramayan adam sana nasıl başarının yolunu göstersin ki kimin umurundaki ama bu sistem. Senin bir senen daha boşa gider altı üstü seneye kazanırsın üzülme. Öte yandan dershane yöneticisi ucuz öğretmen çalıştırır paraları cebine atar evinde rahat rahat uyur oda seneye tekrar para kazanacak nasıl olsa bak gördün mü her şerde bir hayır vardır  üzülme millet sayende para kazanıyor.
            Canım ülkem bayılıyorum bu ülkeye taşı toprağı sıksan mantık fışkırır. Ya celladına aşık bir milleti ne yapmalı. Önüne koyduğun bütün fırsatları sen gel elinin tersi ile it, sana doğruyu anlatalım o doğrunun bütün kanıtlarını da gözüne sokalım ama sen gene de inanmayıp makarna yak kömür ye. Daha çok ağlarsın bu kafayla unutma koyunları kurban bayramında kesiyorlar bayrama da pek bir şey kalmadı şunun şurasında bayram dediysem sevinme sayın koyun bey bu senin bayramın değil aşık olduğun çobanının bayramı olacak ve o an geldiğinde uyanmak için çok geç olmuş olacak.
Diyeceğim şu ki :
Celladına aşık olmuşsa bir millet,
İster ezan ister çan dinlet.
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstehaktır ona her türlü zillet.
Bu ülkede makarna yakıp kömür yiyen celladına aşık insanlar olduğu sürece, daha nice  saçmalıklara göz göre göre inanmak için ısrar eden, kendini zorlayan insanlar olduğu sürece daha bizim yerimize çok düşünürler bizde çayırda çimende bütün gün salak salak otlarız.
Yazımın bütün özeti bu aslında Türkiye ye hoş geldiniz. Burada mantık arama kesinlikle tehlikeli ve yasaktır. Sağlıcakla kalın ve düşünmemeye çalışın mümkünse.
Yazar:Macro

Umut, daha çocukken anne ve babasını trafik kazasında kaybetmişti. Kendisine bakacak kimsesi olmadığı için kimsesizler yurduna bırakılmıştı. Talihsizlik bir defa insanın yakasına yapışmaya görsün, çocuk yada büyük hiç farketmiyor. Umut aslında kimsesi olmadığı için kimsesizler yurduna gönderilmemişti, akrabalarından hiç kimse kendisine bakma taraftarı olmamıştı. İşte talihsizliği de vefasız akraba çevresine sahip olmasından kaynaklanmıştı. Çocuk yaşta yurtlara yerleşmesi hayata karşı mağlup başlatır insanı. Her türlü zorluğu insan çocukluktan erişkin çağlara gireceğ i ana kadar yaşar ve eğer çevrenizde şımarabileceğiniz hiç kimseniz yok ise taş kalpli bir insana dönüşmeniz işten bile değildir. Çünkü, ana ve babadan yoksun çocuklar hayat karşısındaki zorluklar anında hiç kimseye sığınamazlar. Sığınacakları yurt anneleri vardır ki o kadar çocuk içerisinde kendisini kaybedip evinde bile sinir halleri yaşamaları söz konusudur. Bu nedenle iş yerlerinde fazla naz kaldıramaz ve çocuklara bir ana baba şefkati veremezler. Yurt içerisinde asayişi sağlayan ikinci odak nokta ise ağabey ve ablalardır. Ağabey ve ablalar bu sistemin içinden yetiştikleri için çocuklara kendi eğitim sistemlerine göre içeriyi öğretir ve onaları da aynı sisteme göre yetiştirirler. Bunlar yurtların en bilindik halleridir. Bir de bilinmesine rağmen dışarıya sızdırılmayan yada görmezden gelinen halleri vardır ki buna kısaca yurtların arka yüzü diyebiliriz. Yurt çocukları hayatın zorluklarını yurt yaşantısında tanımaya başlarlar. Erkek yada kız hiç fark etmez. Tecavüz olayı ile en çok karşılaşanlar çocuklardır. Sadece yurtta değil nerede olur iseniz olun eğer çocuk iseniz ve sahipsiz iseniz baştan kaybettiniz demektir. Çocuk savunmasızlığı nedeni ile aç kurtların sofrasına sürebileceği en kolay lokmadır. Umutta ana kuzusu iken diğer talihsiz arkadaşları gibi yurt ile erken tanışanlardan olmuş ve en güzel çağlarını çocukluğundan mahrum kalarak yaşamak zorunda kalmıştır. Umut yurda geldiğinde henüz 2 yaşına basmamıştı. Yıllar su gibi akıyor her çocuk gibi çabucak büyüyordu. Umut 14 yaşına geldiğinde isyanı artmakta ve bir an önce büyüme hevesindeydi. Yaşının büyümesini ise insanlardan intikam alabilmek adına çok istiyordu. Yurtta tacize uğramış, bir çok defa dayak ile tanışmıştı. Ağabeylerine itirazı nedeni ile bir çok kez aç bırakılmış ve türlü cezalara çarptırılmıştı. Yurttan kendisinden büyük olanların kaçarak sokaklarda yaşadıklarını biliyordu. Bir çok defa yurttan kaçan çocuk olmuş, bazıları geri getirilmiş bazıları ise cezaevine girmişti. Ceza evi ile tanışanlar o yaşlarda sübyan koğuşunda kalmakta idi. Çocuklar için sübyanda yada sokaklarda kalmak bir şey değiştirmiyordu. Çocuklar biliyorlardı ki en zor anlarda bile arada fazla fark olmayacaktı. Yurttan kaçmayan yada yurt kuralları içerisinde yetişen çok kısıtlı bir azınlık sınavlarda yapılan yardım ve devlet işlerinde tanınan öncelikle şanslılardan olabiliyorlardı. Lakin bu şanslı kesim de psikolojik olarak çöküntü yaşayanlardan olmaktaydı. Umut o şanslı kesimden olamayacaktı. Yurttan kaçma teşebbüsünde ilk olarak 14 yaşında başlamış, ilk denemesinde bir hafta sokaklarda kaldıktan sonra yakalanarak karakol tarafından yeniden yurda gönderilmişti. İlk denemenin ardı her defasında bir başka yeni ile devam eder. Umut’un maceraları da son olmayacak ve yeniden kaçma teşebbüsünde bulunacaktı ki öyle de oldu. Umut sokaklara alışmış yeni çevreden arkadaş edinmişti.
          Sokakta kalan çocuklar birbirlerini çok iyi bilir ve bir arada kaldıkları grupları nerede bulacaklarını bilirlerdi. Köprü altları, boş mekanlar, park bahçe köşeleri, bar sokakları genel olarak meskenleridir. Sokakta kaldıkları için ekmek kazanmaları zordur. Ekmek parası için ufak tefek hırsızlık olaylarına karışır, kırmızı ışıklarda cam temizleme işlerine bakarlar, kalabalık muhitlerde dilenciliğe çıkarlar ve hepsini de teşkilatlı olarak yaparlar. Hırsızlık olaylarını ilerletenler soygun işlerine yada ev hırsızlığına kadar götürebilirler bu durumu. Umut arkadaş çevresi ile beraber önce dilencilik sonrada ufak tefek hırsızlık olaylarına karıştı. Arkadaşları arasında sevilen sağlam bir çocuktu. Büyük ağabeylerinden cezaevinde olan Metin’in çıkması ile beraber Metin’in yanında toplanmaya başladılar. Metin gayrı meşruyu diğerlerinden daha iyi biliyopr üç defa cezaevi deneyimi yaşamış bir çocuktu. Bir iki defa ev hırsızlığına gittikten sonra Umut yakalanmış ve diğer arkadaşlarının ismini vermediği için tek başına sübyan ceza evine gönderilmişti. İlk deneyimi olmasına rağmen yurtlarda büyüdüğü için toplu yaşama alışkındı. Yurt çevresinden bir çok tanıdığı vardı içeride. İçeride gördüğü ortam yurttan pekte farklı değildi. Burada da çocuklar tacize uğrarlar, dayak yerler, cezalandırılırlar. Yine kurallara bağımlı bir hayat sürerler. Çocuk ceza evi olduğundan dolayı cezalar fazla yüksek olmaz, bu nedenle de erken tahliye olayı sıklıkla yaşanırdı. İlk deneyim ile beraber içeriye dair korkusu da kalmaz insanın ve içerinin havasuına alışan çocuk burada daha farklı suçlardan imnsanlar ile karşılaşması nedeni ile başka suçlara da yelken açabilir. Oto hırsızlığından, tecavüz olayına kadar, cinayetten, ev işçiliğine kadar çok geniş yelpazede suçlular bulunmaktadır. Bazıları da büyük çetelerin suçunu üzerine aldığından daha ayrıcalıklı yatma şansına sahiplerdir. İçeride de çevresine göre, bireysel cesaretine göre ya da maddi durumunun diğerlerine göre daha iyi olmasına göre ayrıcalık sağlanabilirdi çocuklara. Daha evvel büyüklerle iç içe kalan sübyanlar büyükler tarafından tacize uğraya bilir tecavüz vakıası ile karşılaşabilirdi. Büyüklerden ayrılan çocuklar bu tür vakıaları kendi aralarında uygulamaktaydılar. Kısacası çocuk için hizandan fizana kadar değişen hiçbir şey olmamakta idi. Çocuklar bu kadar ağır koşullar içerisinde nasıl ayakta durabilir nasıl kendilerini travmadan koruyabilir? Tabii ki hayaller ile. Toz pembe hayallaerdir insanoğlunu ayakta tutabilen. Çocuklar çok masum hayaller kurarlar. Lakin yurt ve cezaevi çocuklarının hayalleri biraz daha farklı olur. En büyük hayalleri büyük ağabeylerden olmak ve diğer kardeşlerini yanlarında tutabilmektir. Ya da kazandıkları paralar ile akranlarına isteklerini alabilmek ve diğer mağdur arkadaşlarını bu durumlardan kurtara bilmektir. İşte bu yüzden kazandıkları paraları çabuk sarf ederler. En önemlisi de bu çocuklar arasında bir basamaktır yaş ve suç olgusu. Zamanla bir üst kademeye çıkarak çok tepelerdeolacaklarına inanarak yaşamlarını sürdürürler. Ne yazık ki bir çoğu çok genç yaşlarda hastalıktan yada başka durumlardan ileriki yaşlarını göremezler.
Umut cezaevi deneyiminin ardından yeniden ortamına döner. Yeniden kaldıkları yerden devam ederler. Arkadaşları ile beraber akşama kadar para bulurlar akşam toplanır ya alkole yada bally’e para yatırırlar. Uyuşmuş bedenler acılarını fazla hatırlamaz bu nedenle de çocuklar arasında revaçtadır. Metin akşamları anne ve babasını hatırlamaya çalışır fakat hiçbir zaman hatırlayamazdı. Öyle silik düşünceleri vardı ki bazen düşünürdü anam babam yanımda olsalardı ne yapardım? Ne durumda olabilirdim? Sokaklarda yatmak zorunda kalmazdım ve suç işlemek zorunda kalmazdım. Bu düşüncelere dalarken bir taraftan da şanslı olduğunu hissederdi. Ya Piç Ahmet gibi olsaydım ne olurdu. Onun anası hayatta ama evladını görmeye bile gelmiyor. Dostu ile takıldığı için çocuğu ölmüş mü kalmış mı zerre kadar umurunda değil. Ya Kedi Hüseyin? Onun da babası, anası evden kaçtıktan sonra atmış sokaklara. Deli Kadir ise babası anasını öldürdüğü için yetim kalmış baba cezaevine girmiş kendisi sokaklara düşmüştü. Peki ya kızlara ne demeli bir çoğu sokaklardan ya pavyonlara yada kerhaneye satılmıştı. Bazıları da psikopat sevgililerinden dayak yer kazandıklarını ona yedirirlerdi. Tam bir çelişki dünyası. Umut tanıdıklarının bir çoğundan farklıydı çünkü onun anası babası taktir-i ilahi ile kendisinden ayrılmıştı bu nedenle suçlayacak bir ana babası yoktu. Akrabalarını zaten tanımazdı, hem tanısa ne olacaktı ki üveylikler yaşayanları görüyordu, hepsi kendi içlerindeydi nasıl olsa.
Bazen kendi kendisine kalarak farklı düşüncelere dalıyordu Umut. Adımı Umut koymuşlar ama ne kadar umutsuz olduğumu bir bilselerdi belki de bu ismi koymazlardı bana. Nerede günah işledik te bu durumlara düştük diye sormadan edemiyordu. Sınav diyorlarmış buna. Ne sınavı? Çocuk doğar doğmaz sınava mı tabi tutulur. O kadar pislik içerisinde sınavı yapan kim? Notu veren kim? Sınavın kazananları kim. Düzen o kadar bozuk ki düzen sağlayıcılar ilk baştan bozmaktalardı düzeni. Bu düzeni kuran kimdi ve işlemesini bu kadar adaletsiz işlemesini devam ettiren kim? Sokaklarda kaldıkları süre içerisinde her türlü pis işi ve düzene dair işlev bozukluklarını görme şansı vardı. Kimlerin nerelerden para kazandıklarını, bu kazanılan paraların kumar ve uyuşturucu masalarında kaybedilmesini, zorla fuhuşa sürüklenen kızları, uyuşturucu satarak ağabeylerine binlerce lira kazandıranları ve bütün bunlara yol veren adaletsizlikleri görüyor ve bu bozuk düzene ayak uydurarak büyüyorlardı. Bu dşünceler hepsinin kafasını kurcalıyor ama yapabilecekleri çok bir şey olmadığından akışına bırakıyorlardı düşüncelerini. Sorgulamak mı? Hayır asla, buna sorgulamak denmezdi. Öyle düşünceler haksızlıklar içerisinde gelir ve giderdi akıllarından. Paz<arlanan kız olaki kurtuldu, muhakkak başka bir tarafta yine kaptırırdı kolunu. Çünkü başka bir çaresi yoktu. Yakalanan çocuk mu? İlke etapta haksızlığa uğradığı anda isyan eder ama rahatta yeniden aynı suçlara yönelirdi. Bilirlerdi hayatları başka bir düzene ayak uyduramazdı ve kendileri gibi olmayanları kendi içlerinde kınarlardı dışlarlardı. Umut düşüncelerinde nasıl kurtuacağını bilemeden bir anda başka hayallere dalarak uzaklaştırırdı kafasındaki çarpıklıkları. Zaten çare yoktu o zaman daha iyisine ulaşmak için çaba göstermek gerekmekteydi.
          Sabah bütün çocuklar soğuktan donmuş bedenlerini ısıtmak için kaldıkları alt geçitten yukarı çıktılar, hepsi akşam kurdukları hayalleri unutmöuş yeni bir güne başlamanın hevesi ile ne yapacaklarını düşünmekteydiler. Metin, Umut’a ikiye ayrılmaları gerektiğini söyledikten sonra öğlen tarlada buluşacaklarına dair sözleşti. İkiye ayrıldılar. Metin çocuklarla birlikte caddede dilenmeye ve mendil satmaya başladılar, Umut ise kendi grubu ile boş buldukları alanda otoparka bakmaya ve ışıklarda cam silerek üç beş kuruş kazanmaya çalıştılar. Bu işlerde zorlaşıyordu. Oto parklar belediyenin yandaşlarına, dilencilik ise dışardan gelenlere bırakılıyordu, içerden dilencilik yapanlar ise teşkilattılar bu nedenle bilirlerdi başkalarının alanlarına sarılmayacağını. Çocuklar kollayıcılığını kendi cesaretlerinden aşlmaktaydılar. Saldırı anında bir araya gelirler ve olayın akabinde yara alırlarken yarayı da rahatlıkla verirlerdi. Zaten saldırgan olamazlar ise sokaklarda yer yapamazlar sabaha kadar harcanırlardı. Çocuklar öğlen anlaştıkları yerde buluştular. Topladıkları nevaleleri ortada biriktirdiler. Yemeklerini yedikten sonra akşama hazırlık yapmaya başladılar. Para ya Metin’de ya da Umut’ta toplanırdı. Çocuklar güvenirlerdi. Hem koruyuculuk görevleri de bu ikisinde idi. Umut, Metin’i çağırarak bu işin böyle olmayacağını kazandıklarının günlük ihtiyaçlarına bile yetmediğini söyledi ve daha fazla para kazanmak gerektiğine işaret etti. Beraber yoluna çıkacaklardı. Gayrı meşru para kazanma işine yoluna bakma denmekteydi ve ikisi birlikte tufaya yani ev hırsızlığına gideceklerdi. Çocukalrı mekanlarına yoladılar ve kendilerini beklemekleri gerektiğini söylediler. Akşam karanlığında işe çıkmadan evvel ceplerinde kalan son para ile ikişer extra bira aldılar, tornavida ve bıçakları da yanlarında idi. Gözlerine kestirdikjleri bir evin bahçesinde beklemeye koyuldular. En uygun anda duvara tırmanarak balkondan eve girdiler. Bütün evi talan etmelerine rağmen bir şey bulamadılar. Kalpleri çarpıntıdan duracak gibiydi. Metin sonunda beze sarılmış parayı bulmuştu. Umut ise bir silah bularak üzerine aldı. Derhal oradan uzaklaşarak arkadaşlarının yanlarına gelmişlerdi. Heyecanlşa bekleyen çocuklar bire şey bulup bulamadıklarını sordular. Sağlam para buşlunmuştu ve ertesi akşama alem yapacaklardı. Önce sabah için güzel bir kahvaltılık hazırladılar. Hem birkaç gün kolay kolay bitmeyecek paraları vardı hem de artık silahları bulunuyordu. Sokak çeteciliği gece aleminde meşhur olduğundan bu silah kendilerine en büyük avantaj olacaktı. Hemen silahı zulaya sakladılar. Akşam için alkol ve bally deposunu da yaptılar. Çocukların keyfine diyecek yoktu. Ne de olsa birkaç gün çalışmalarına gerek yoktu.
              Büyük vurgundan haberdar olan diğer gruptan Sarı Orhan ve Kara Mehmet, Metin’e parayı pay etmesi gerektiğini söyleyerek meydan okudular. Metin, paranın kimseye verilemeyceğini belirterek meydan okumaya karşılık verdi. Akşam orta yerde buluşulup meydan kavgası verilecekti. Bunun için gözlerden ırak bir alan seçildi ve akşam orada toplanıldı. Silah Metinde idi. Umut bıçağını hazırlamıştı. Diğer çocuklar ellerine ne geçti ise hazırlamışlardı. İki grup arasında kıyasıya kavga başladı ve hayatta kalma mücadelesine girildi. Metin en sonunda silahını ateşledi ve Sarı Orhanı kasığından vurdu. İki tarafta da yaralılar bulunuyordu. Orhan vurulunca herkes açıldı. Karşı grup kaçmış Orhan orada kanlar içinde can vermişti. Metin, Umut’a kaçmaları gerektiğini, kendisinin teslim olacağını söyledi. Herkes olay yerinden uzaklaştı. Emniyet güçleri geldiği zaman Metin teslim oldu ve silahını bıraktı. Hem ev hırsızlığından hem de cinayetten tutuklanacaktı. Geride kalanlar Metine yardım etmek için daha fazla çalışacaklardı. Mahkum kovalamak zordu ve hepsi bunun bilincinde idi. Grubun lideri artık Umut’tu. Umut, umutsuz yaşantısında arkadaşlarının tek umutu idi. Paralar kendisinde toplanıyor ve payı kendisi dağıtıyordu. Grup dağılmamıştı, fakat birkaç gün polis baskınları ile bir çoğu alınmış nezaret hanelerde tutulmuşlardı.
Umut birkaç gün sonra sağlam para bularak gruba alkol almayı önerdi. Bally gibi kafa yapmıyordu ama daha çok eğlenmelerini sağlıyordu. Arkadaşlarına daha sağlam çalışacaklarını ve kendisinin o bölgede tanınmış Ağrı’lı Hasan’ın yanına takılacağını, kulüpten kazandığı para ile hiç birisinin aç kalmayacağını söylüyordu. Bu alemde birinin yanına takılmaya başladığın zaman adeta bir üst kademeye atladın demektir. Bunun bir nimet olduğunu düşünür çocuklar oysa kendilerini kullanmak isteyenler tarafından en kullanışlı malzeme olacağınız için her zaman kanca atacak bir büyüğe denk gelebilirsiniz. Sokak çocuklarını önce beslerler sonra da en pis işleri verirler. Çok şanslılardan iseniz birisinin yanına sağ kol olarak getirilebilirsiniz ama bunun için de bir çok bedeller ödeyerek hayatta kalmanız yada bu dirence sahip olmanız gerekmektedir. Umut’ta artık kullanılacaklar arasıona alınmıştı birisleri tarafından. Gözü karalığı ile çevrede ismi çıkmıştı. Metin zaten uzun bir cezaya bağlanarak bitik olan gençliğini ceza evlerinde harcama yoluna geçmişti. Ağrılı Hasan, Umut’u cinayet işinde kullanacaktı, bu nedenle gözünü doygun göstermek için Umut’un arkadaşlarını toplayarak onlara bir ziyafet çekmişti. Bu alemde bakıcılık üstlenen ağabeyler kandırma namına bu tür uygulamaları yapmaktalardı, göz boyamak sonraki aşamanın başlangıcı idi. Zaten sokak çocukları kimsenin pek umurunda olmazlardı. Neden suç işlerler, sokaklarda ne yaparlar, neden bu kadar suça düşkün olurlar yada neden öldürür, ölürler. Bu düşünceler ile ilgilenmeyenler tutuklanan yada öldürülen çocuklar için bir pislik yok oldu tabirini kullanırlar. Bu nedenle en kolay kullanılan ve harcanan kesimdir sokağın çocukları. Cezaevlerinde de isyan başlatacak olan büyükler ilk olarak sübyanı hareketlendirirlerdi. Çünkü çocuklar atılgan ve gözü kara olurlar. Düşünmezler bedenlerinde açılacak yaraları. Çünkü onların yürekleri bir çok defa yaralanmış ve artık acıyı tanımayacak kadar nasırlanmışlardı. Ağrılı Hasan, Umut’u yanına çağırdı.
Ağrılı Hasan- Umut, bak koçum. Sen atarlı, gözü kara bir çocuksun. Bu alemin hızlılarından olabilir ismini cümle aleme yayabilirsin. Hem ismin yürür hem de sahip olamayacağın parayı kazanabilirsin.
Umut- Buyur ağabey sen ne dersen o olsun. Ben arkadaşlarım için yoluna başımı koymuşum. Hem Metin’de içeride onunda paraya ihtiyacı olur. Sen ne emreder isen bu kardeşin o işi yapar. Biz ketum büyüdük ağabey, kimse bizden sır alamaz. Öl de öleyim vur de vurayım. Hele ki bize de sahip çıktın ya ağbi ben daha ne diyeyim.
          Ağrılı Hasan- Tamam o zaman yeğen, sen ne yapacağını bilirsin. Bizden yanlış gelmez bunu da bilirsin. Seni her zaman bir ağabeyin olarak koruyacak kollayacağım. Senin karedeşlerin bizim kardeşlerimiz bundan böyle.
          Umut- Tamam ağabey, ben her şeye hazırım. Bilirsin dumuşsundur bizi biz kardeşlerimizi de bize güvenenleri de asla satmadık.
          Ağrılı Hasan- Biliyorsun gazinocu Fuat’ı, bize vereceği var ama yan çiziyor. Onu devireceksin. Hem onun ekibini dağıtacağız hem de diğerlerine göz dağı vereceğiz. Dikkat et sakın yara alma, sık kafasına gel.
          Umut bu işi kabul ederek hedefe gider. Hayatında bir gün bile gün yüzü görmemiş olan Umut kendisi ve arkadaşları için bu işi çıkış kapısı olarak görür. Zaten diğerleri nasıl büyüdü ki? Gazinocular, barcılar, gayrı meşrular, para babaları, galericiler, tefeciler, kulüpçüler ve bildiği neredeyse bütün kendilerinden büyük iş yapanlşar bu alemin insanlarıydılar. Hepside pis işlerin içerisinden çıkmışlardı. Neden kendileri de çıkmasın ki. Açarlardı bir mekan, işletirlerdi kardeşleri ile ve sırtları bir daha yere gelmezdi. Ana babası olmadığı için hayat boyu yalnızlık çekmiş ve tek başına ayakta kalmıştı. Kaderi kara idi ve bu gece kara talihi aka çıkacaktı. İnsanlar acımasızlardı, herkes bir başkasını ezmenin peşinde idi. Kimse kimseye iyilik düşünmüyordu. Sokaklarda kendilerine tiksinerek bakan gözler daha tiksinç idi. Bizlere kötü diyenler daha kötü insanlardı ve hayattan intikamını böyle alacaktı. Ağrılı yanlış yapmazdı, yapsa bile bir kurlun da ona sıkar bitirirdi hayatını. Gazinonun önüne vardığı zaman etraf kalabalık idi, evi bilmediği için icraatı burada yapacaktı ve görünmeme gibi bir şansı yoktu. Olsun az ceza alacaktı nasıl olsa. Parayı alabilirdi, ceza evinde de krallar gibi yatardı. Metini de alırdı yanına. Sırtları yere gelmez. Çıktıkları zaman da kardeşleri ile yine bir arada olur evlerini kurarlardı. Ağrılı bir dükkan açar kardeşlerini orada çalıştırırdı ve mekanlarıda oldu mu tam ağabey olurlardı. Fuat kapıda göründü, dört adamı da yanında idi. Umut korkmazdı, cesaretini ispat edercesine hedefe yaklaştı ve silahını çekerek Fuat’a dört kurşun sıktı. Fuat olduğu yere devrildi, ölüyordu. Yanındakile silahlarını çekerek Umut’u kurşun yağmuruna tutmuşlardı. Umut sayısız mermi yedikten sonra delik deşik olmuş bedeni ile yere devrilmişti. Ölüyordu. Son anlarında ise isyan ediyordu.
          Umut- Ah ulan kahpe felek, bir gün gülmedin yüzümüze, tacize uğradığımda yoktunuz, anasız babasız zulüm görür iken yoktunuz, acılarımızda yoktunuz, sen zaten bizim hayatımız değildin ki ben seni sahipleneyim felek. Sen yoksulun değil sen kahpenin dünyasısın hain felek.
Umut ölmüştü, mermi dolu bedeni önce morga kaldırıldı ardından kimsesizler mezarlığına atıldı. Ağrılı haberi aldığı zaman ağzı kulaklarında idi. Hem rakibi ortadan kalkmıştı hem de bunun için bir karşılık ödemek zorunda değildi. Diğer çocuklar aklına bile gelmedi. Yolu açıldığı için mekanında güzel bir ziyafet çekti. Çevresine haber saldı şanı yürüyecek, parasına para katılacaktı. Umut ise doğarken yüzüne gülmeyen hayatın gülümsemesini görmeden terki diyar etmişti bu hayatı. Zaten dünya Umutların dünyası değil ki. Umutlardır hep horlananlar, itilenler, ötelenenler ve öldükleri zaman pislik olarak görülenler…
Yazar:Mitra
HIDDEN LIVES
LGBT rights have been a significant subject for a long time. They have been struggling against hetero people and homophobics. Due to their sexual tendencies they are forced to kill or isoleted from the society. There are such problems they face in Turkey like being killed, beaten, exposing rape, prostution, getting out of from their work…etc.

         According to Turkish traditions and due to some religious beliefs, homosexualism is a crime and sin so that people have a strict idea towards homosexualism. When people notice or learn that their relatives or friends one of the member of LGBT they want to kill that people especially in the east part of the country it is seen barer and LGBT people fear about confessing their feelings otherwise they are threatened to be killed and they have to escape  from their homes.

Besides humiliated by the society, LGBT people are beaten by their family members because their situation is seen as a guilt by the society rules. Family’s leader shames and has the LGBT person beaten.

After escaping from their homes, LGBT people are exposed to rape and can not deffense themselves. Because there is no rule to ban the rape of homosexualism. Their power is so limited they are not able to being respected whatever they do, however they are a good person.

As they do not have any help from their environment, they find the money in prostitution. Most of them do not want to do this profession but they can not do anything apart from accepting their loneliness. They face so many troubles at streets from stealing their moneys to being injured. They are humiliated by their bosses and customers. It damages them both physically and psyhologically.

As a result, they live in really bad conditions in Turkey, people’s prejudices draw their fate and leave them in a deep and dark hole. People should understand that they are also have feelings, they are also human and they are also living in the world. They should be accepted with their all pluses and minuses. Neglecting them does not mean anything or harming their body. However their body is damaged, their hormons and emotions do not change so people should give up their homophobie tol ive in a more colorful world!                                      
                                                                                     

  Yazar: MERT OZAN
BLOG HAKKINDA
Arkadaşlar blog tamamen özgün, orijinal kendi yazılarımızdan oluşmaktadır. Hiçbir yerden en ufak bir kopyalama söz konusu bile değildir. Yazılarımızın konuları genelde soysal yaşam ve gündemle alakalı oluyor ve birde İngilizce yazılar var onlarda aynı şekilde tamamen orjinaldir ve herhangi bir şekilde en ufak bir kopyalama söz konusu değildir.
Eğer ben de yazdım paylaşmak isterim diyorsanız sayfa başlığının altında ki çubuktan iletişim sekmesine tıklayıp bizimle iletişime geçebilirsiniz. Uygun görürsek paylaşım muhakkak yapılır.
Hikayenizi ve uygun gördüğünüz resmi mesaj olarak atınız. Yazının sonun görmek istediğiniz isimi aşağı da belirttiğimiz gibi yazınız.
Yazar kısmına isteğe bağlı:
İsim soysim
Sadece isim
Nick name
Yazılacaktır kesinlikle sizin istediğiniz isim yazılacaktır biz kendi adımıza paylaşmayacağız o yazıları emeğinize saygılıyız.
Yazılarımızı herhangi bir yerde paylaşabilirsiniz fakat lütfen emeğe saygı olarak yazarın isimini yada azından kaynağı yazınız.



MACRO
ORTADOĞU'DA BİR FİDAN  

          Filistin'in güzel bir bölgesidir Gazze. İsrail işgalinden bu tarafa sürekli sorun yaşamaktaydı Filistin. Bir yanı savaşta iken diğer tarafı baskıda idi Filistin'in. Filistin devrimin simgesi olmuştur Ortadoğu topraklarına. İşgalin ve direnişin simgesi olan bu topraklarda bir çok can yitip gitmiş ve yitip gitmeye devam etmekte idi. Abbas'ta bu coğrafyanın bir delikanlısı idi. Gazze üzerinde her an bombaların patladığı yada ailelerin baskın ile dağıtıldığı bir bölgedir. Şanslı iseniz hayatta kalabilirsiniz değil iseniz her an ölümle sözlüsünüz demektir. Yıllarca bu bölgeler FKÖ 'nün hakim olduğu alanlardı. Sonrasında ise Hamas'ın hakimiyetine geçmiştir. Abbas yıllarca FKÖ'de yer almış ve ardından Hamas tarafına geçmiş ve direnişte bulunmuştur. Fakat Abbas bilinçli bir direnişçi olmamış bölgenin değişen durumuna göre yaşı gereği uymaya çalışmıştır. Abbas sürekli sorgulayan ve bulundukları durumu eleştiren, bazen de bundan sert karşılık gören bir çocuktu. Zeki idi ama zekası hiç bir işine yaramamaktaydı. Çünkü baskı ve zulüm bütün zekasını boşa harcamasına sebep olmakta idi. Bu coğrafyada bire çok zeki çocuğun kaderi değilmiydi zekalarının boşa harcanması. Aşklar aşk gibi yaşanmaz, okullar okul gibi okunmaz, hatta aileler aile olarak sevilmez, sevilemez. Ne zaman birine bağlılık duysan ellerinden akar gider. Kısa vadeli tedirginlik sevdalar kime olur ise olsun değerli olur, bilinir ki her an bütün sevda yok olabilir ve her şey bittiğinde geride sadece hüzün olur acı dolar yürekler. Bu acılı zamanlara kadar mutluluk hakkı değil midir insanın.
          Abbas otuzuna yeni girmiş ve Filistin hakkında fazlası ile düşüncelere dalmıştı. Bu ülkenin bir an evvel kurtuluşa ermesi yada topraklarında hayat sürecekleri kadar bölgenin bağımsızlığa ulaşması gerekmekte idi. Sadece Filistin'de değil dünyada halklar baskıdan kurtulmalı ve kendilerine göre huzurlu hayatlar sürme imkanlarına kavuşmalı idi. Abbas sadece kendi bölgesini düşünmüyor, dünyada huzura erebilecekleri bir hayali düşünüyordu. İlk olarak yanlışlardan gitmek gerekirdi. Neden bu kadar acı reva görülüyordu kendilerine. İlahi bir adalet yok muydu? Küçüklüğünden beri inançlı yetişmiş ve dirençli düşünceler ile yoğrulmuştu. Sorgulayana kadar her şey o kadar kolaydı ki yaşar ise mücadeleye devam eder, ölür ise cennete gidecek hayalleri ile huzurunu bozmazdı. Sorgulamaya başladığından beri bir şeyler ters gidiyordu hayatında ve anlamsızlık kaplıyordu yüreğini. Nedenler ve nasıllar içerisinde boğuluyor, boğuldukça keşke hiç sorgulamasaydım da acılar içerisinde mutlu olabilseydim diye düşünmeden kendisini alamıyordu. Sorgulamak acıları hissetmesine neden olmuştu. Tarih derslerine ağırlık veriyor, ülkeler tarihini inceliyor, buralardan yola çıkarak geçmişten günümüze baskı toplumlarını inceliyordu. Afrika ve Ortadoğu'nun makus talihi çok öncelere dayanıyor, halkların acısı bir türlü değişmiyordu. Neden? Çünkü insanoğlu parayı bulduktan sonra nasıl kullanacağını öğrenememiş ama çok güzel köle olmuştu. Para için insan vahşi hayvanlardan bile daha vahşi olabilmekteydi. Vahşi hayvanlar acıkmadıkları, korkmadıkları yada kendi alanlarına açık saldırı hissetmedikleri zaman vahşileşmezler, saldırmazlar. İnsan öyle mi? Her türlü saldırı için bahanesi hazırdır ve bu bahaneler muhakkak bir menfaate dayanmaktadır. Bu coğrafyaların da en acı yanı hepsinde yer altında değerli madenleri ve yer üstünde bu madenler için öldürülmeye hazır milyonları barındırması idi.
          Abbas her gece kendi kendisine konuşur olmuştu. Sorguladıkça daha karanlık düşünceler sarar olmuştu etrafını. Neden bu coğrafyanın çocukları okumuyor, okusa da düşünemiyor, düşünse de hep aynı tek düzelikte kalıyor ve neden bu coğrafyada insan neden sadece biz diye sormuyor? Diyerek kendi kendisine konuşmalar ile zaman geçirdikçe daha az uyumaya ve dış dünyadan umutlarını yitirmeye başlıyordu. Önceden ne güzeldi, yaratan yardımını esirgemeyecek ve dualar ile açılan diller Rabbı insanlığa yardım için çağıracaktı. Kimsesizlerin kimsesizi kimsesizlere destek olacaktı. Lakin her geçen gün bir parçasını yitiriyordu bu coğrafyadakiler ve her geçen gün ümitler birer birer yok oluyordu. Gelecek karanlıktaydı. Ana, baba ve kardeşlerini bir cani bomba ile kaybettiği günden bu tarafa Abbas her şeyi daha derinden düşünmekte idi. Çünkü gördüğü en dürüst inançlılardandı ailesi.
-Ailem o kadar inandı, her zaman insanlar için iyi düşündü, düşmanımıza bile insaf edenlerdendi. Neden bu son onlara reva görüldü? İsrail ile yıllar yılı savaş halindeyiz oysa İsrailliler değil miydi Almanya tarafından kıyıma uğrayanlar? Neden onca zulümü görenler bize aynı zulmü reva görmekteydi? İsraillilerin Ortadoğu gibi bir girdapta ne işi vardı? Dünya onları bir zulümden kurtarıp başka bir çukura neden attılar? Neden İslam coğrafyası yada Afrikalı kardeşlerimiz hep geri kalmış toprakları oluşturmaktaydı? Avrupalılar bizlerden daha mı akıllılar? Oysa insan aklı ile bireysel yada toplum olarak aynı değil midir? Sohbetlerde bütün arkadaşlarım akıllıdır. Hepsi ile sohbetlerde neyin ne olduğunu biliyorlar. Emperyalizm, silah sanayisi, petrol devleri. Bütün hepsi hakkında yorum yapabiliyoruz. Bu coğrafyalarda liderlerin ezici güçlere köleleştiğini biliyor, askeri gücün içerisinde bile dış istihbarat elemanların olduğunu görüyoruz. Terör yapılarının dışardan hareket ettirildiğine şahit oluyoruz. Silahların bizlere sunulduğunu sonrada bu silahlar ile bizleri terör grubu olarak lanse ettiklerini ardından da öldürülmemiz için meşruiyetin doğurulduğunu anlıyoruz. Oysa bizler sadece kendimizi savunmak zorundayız. Devlet ve dünya da bizleri ara ara savunmada bulunan azınlık, ara arada terörist olarak gösterme çabasındadır. Biliyoruz ki buralarda Kaos olmaz ise hiç bir şey meşru yürütülemez. Silah satışı, yeni silah üretimi, ucuz petrol, deney ilaçları, kaçakçılık ve insan pazarı. İşte bizler bu pazara sunulan piyonlarız. Dünya bizim üzerimizden para kazanıyor ve yine bizlere bu döngü için imkan sağlıyor. Bizlere önderlik edenler bile bu döngüde bizleri kullananlardan oluşuyor. Çünkü bizler ölüyor, açlık çekiyor ve zulme uğruyoruz ama en yoksulumuzun bulunduğu yerde bile kral hayatı yaşayan liderler çıkıyor. Halk yoklukta iken varlığı bu hırsız sürüsü nereden buluyor? En önemlisi bu coğrafyalarda o kadar ölüm oluyor ama bu halkların önderleri olarak görülenler halen hayatta ve bütün imkanlardan yararlanabiliyorlar. Rusya Komünizmden vaz geçti ama bir anda sokaklarda soğuktan, açlıktan ölenler barındırır iken diğer yandan da jet sosyete olan insanlar türediler. Nasıl olabilir böyle bir şey eşit haklara sahip halklar bir anda servet paylaşımında bu kadar adaletsizliğe nasıl geçebilir. Aklım almıyor bu dünya düzenini. Bu kadar güçlü yapıyı kimler yönetiyor? Kimler bu işin döngüsünü kuruyor? Bu yapının tepesindekilere nasıl oluyor da kimseler dokunmuyor ve bu kısır döngü devamlılığını sağlıyor? Bildiğim bir şey var ise bizlerin topraklarına isim verebilecek kadar güçlü şirketler bu coğrafyaların kaderini belirleyenlerdir. Araştırmalarım doğrultusunda bizler silahla, baskı ile boyunduruk altında isek dünyanın diğer yerlerinde yaşayan bütün halklar başka şekilde emir altındalar ve kimisi bundan bile habersizler. En güçlü dediğimiz Amerika'da bile bizim nüfusumuzdan fazla yoksul bulunmakta. Dünyanın bizler gibi çaresiz insanlara ve yoksullara ihtiyacı var elbette. Öldürülmesi gereken, çevreye otorite için baskıya uğraması gereken halklar şarttır sisteme. Ne kadar lanet bir dünyada yaşıyoruz.
          Abbas kendi içerisinde barındırdığı düşünceleri yine kendisi ile konuşarak dışa dökmektedir. Kimselerle bu kadar detaylı konuşamıyor, konuşmaya kalksa bile deli yaftası yiyordu. Çevresi deli diye itham ettikçe acaba deli miyim düşünceleri de geçmiyor değildi aklından. Abbas sadece sistemleri eleştirmekle kalmıyor üstüne insanların hareketlerinden davranışlarından yola çıkarak bireyleri de eleştiriyordu. İsrail tarafına da kontrollü geçişlerinde onların bakışlarını da irdeliyor aslında bir çoğunun göründüğü gibi olmadığı, onların içerisinde de kendileri için iyi düşünen insanlar olduğunu fark ediyordu. O zaman bu ayrışma sadece birilerine yaradığı için devam ettirilmeli diyordu.
-İnsanlar neden bir birlerine bu kadar acımasızlar? Dün ezilen bu gün ezme taraftarı. Bizim içimizde de ezilmişliğimize rağmen az bir imkan bulan diğerlerini ezmeye çalışmakta. Daha güçlü yada imkanlı olan zayıfı ezme çabasına girmiş. Aslında kimse kimseye üzülmüyor. Dünya kanunu diyor geçiyorlar. Eşitlik, adalet, kardeşlik sadece hikayeden ibaret. Birisi diğerinin varlıklı olduğunu istemiyor. Hep benciler çıkıyor ortaya. Oysa hani acılar bir toplumu tamamen birleştirirdi. İçimizde yok mu bizleri satışa çıkartan. Aynı Amerikan yerlilerinin içinden Batılılar ile birleşip kendi ırkını katledenler gibi. Yahudiler içinden çıkmadı mı Yahudileri öldürtenler. Tıpkı Almanlarda olduğu şekilde. Her yer hainini barındırır iken iyisini de barındırıyor. İsrailliler içerisinde bizleri canavar olarak gören körler olduğu gibi bizleri düşünenlerde var. Bizlerde savaş halinde olmasaydık aynı mı olurduk diye soramıyorum bile çünkü aynı yapıyı savunurduk.
          Abbas içinden çıkılamayacak soruları soruyor yanıtlama çabasına giriyordu. Her soru beyninde depremler yaratırken aynı zamanda yanıtları da ayrı vurgunu çökertiyordu üzerine. Ne yapılabilirdi ki? Hiç bir şey. Koca bir hiç. Boşu boşuna ölüyorlar, boşu boşuna mücadele veriyorlar. Her şey sistemli bir kısır döngüden ibaretti sadece. Ve bu coğrafyanın insanı aptal değildi. Biliyorlardı her şeyi. Çare bulamadıkları için ilahi adalete sarılıyor ve ilahi adaletten medet umuyorlardı ve o çare hiç bir zaman gelmeyecekti. İşte çaresizlik, zor koşullarda bulunmak ve maddi kısıtlılık insanları ister istemez cehalete sürüklemekte, cehalete sürüklendikçe umutlar kaybolmasın diye Tanrıya sığınılmakta. Sokakta yatan insana bilimden bahsedebilir missin? Bahsetsen bilim ona ne sağlayacak ki? Matematik dehası olmaktansa o gün karnını doyurmak daha büyük nimet değil mi? İşte çaresizlik ve neticesi. Bu coğrafyaların kaderi de savaşlar devam ettiği sürece ölümle koyun koyuna cehalet olacaktır. Cehalet arttıkça insan mutlu olabiliyor ve bu mutluluk arttıkça toplumu sarıyor sonra herkes cehaletten medet umuyor. İşte Ortadoğu ve İslam coğrafyası. Diye düşünerek tek çarenin ölüm olduğu kanaatine varır. Ailesinin mirası olan silahı yatağının altından alır ve hiç bir şey yapamasa da yangına su taşıyan karınca misali en azından damla taşırım diyerek düşmanına kurşun sıkmaya karar verir. Halklar sistemin eziciliği altında ise bu sistemle baş edemeyeceğini ve asıl suçluyu bulamayacağını bilir ama görünen düşmanı tanımaktadır. Ailesini elinden alan İsrail'di. İsrail askerini bile öldürse içindeki yangını söndürebilirdi.
          Silahı ile İsrail askerlerinin olduğu yere yaklaştı. İki el ateş ettikten sonra karşı mevziden art arda ateş açıldı. Abbas iki askeri yaralamış ama kendisi de delik deşik olmuştu. Gözlerini ölüm uykusuna mutlulukla yumuyordu.
-Bekle beni anam, bekle beni babam, bekleyin beni kardeşlerim sizlere, huzura geliyorum...
Diyerek dünyaya veda etmişti. Ertesi gün haberlerde ve gazetelerde Abbas'ın hikayesi iki satırda özetlenmişti.
''Devlete baş kaldıran terörist öldürüldü...''
Yazar:Mitra
Machine vs Humans
If machines take away our jobs, what would happen? Machine is a ​piece of ​equipment with several ​moving ​parts that uses ​power to do a ​particular ​type of ​work. Machines play an important role in human life since Machines are one of the inventions that makes our lives easier by doing some of the work that people do. The controversy regarding machines are whether or not machines will replace human. Although Computer experts think that unimaginable futuristic world is much closer than you think with the help of machines, some of scientists don’t accept this idea because they reckon that machines which think in the same way with people, develop logic do not seem logical to enter our lives.  Even though it has been asserted that machine can not replace us, I believe that one day machines can feel, think as human and even they do anythings which humans can not do. I think that Today’s technology is not adequate for this, but I know in near future this is possible. there are many a example which support this idea such as TrueNorth. TrueNorth which was developed under SYNAPSE Project which has been maintained by IBM (ınternational Business Machines) has learning ability as human brain. However, It is thought that This computer is expected to take years for learning as humans. If we look at history, we can see that today, there exists smarter devices than past.  Technology is getting smarter and smarter and when we think, the end of this progress is going through machine acting as human. Futurist Ray Kurzweil suggested in his book called ‘The Singularity Is Near: When Humans Transcend Biology’  that In 2029 computers will be so smart as people and in the year 2045 they will reach billions of times the levels of human intelligence. Bill Hibbard, who is the computer science expert of Wisconsin-Madison University in USA, uttered that he is certain that machines will defeat human intelligence in the 21st century. In addition, Hibbard says ‘’ that my forecast will be true means that machines will become superior from us in time people come into the World.’’
Yazar:Aslı




TOPRAK...
          Almanya çok uzaktı memlekete ve her geçen gün hasreti artırıyordu. Cihan yıllr evvel ayrıldığı köyünü özlüyordu. Köyün güzel anıları unutulmayacak hatıraları vardı. Köyden gurbete geldiğinde henüz on dört yaşında olan Cihan, köyünü hayal meyal hatırlıyor ama orada yaşadıkları bir türlü aklından çıkmıyordu. Çocukluk hayalleri insana daha bir cazip gelir ve yeni düzeninde yaşadığı olumsuzluklar ile derhal eskilerden medet umuyordu. Cihan, dedesi ve nenesini hep özlem ile anıyordu, öldükleri haberini aldıklarında ailesi kendisini götürmemişti ve her daim bundan dolayı pişmanlık duyuyordu. Köy hayatı ne kadar güzeldi. Malları yaymaya çıkar arkadaşları ile çayırlarda, derelerde, tepelerde gezerlerdi. Sabah kahvaltısında sofraya gelen taze kahvaltılıkların tadını başka hiç bir şeyde bulamazdı. Soba yandığı zaman üzerinde ekmeği gevretip tereyağı ile yemesi öyle hoş olurdu ki akşam sefalarını dört gözle beklerdi. Köydeki arkadaşları ne yapıyorlardı acaba? Merak merak üstüne geliyor gizli bir güç adeta çekiyordu kendisini memlekete doğru. Şehir hayatı özellikle de yabancı bir şehrin bilinmez hayatı Cihana itici gelmeye başlamıştı ve her geçen gün boğulduğunu hissediyordu. Tez vakitte kurtulmalı buralardan ve köy hayatına dönmeliydi. Ülkesinde de şehirde kalmak gibi bir düşüncesi olmadı hiç bir zaman.
          Cihan Almanya'ya geldikten sonra burada okuluna devam etmiş, anası ve babasının yanında büyümüş okulunu burada bitirmişti. İş hayatında da hep iyi yerlerde olmuş kendisini geliştirmişti. Elektrik-Elektronik Mühendisi idi, alanında çok iyi başarılar sağlamış ve haberleşme alanlarında çok ileri teknolojiler kurmuştu. İş konusunda, maddi olanaklar konusunda hiç bir eksiği yoktu. Almanyada evlenmiş ve iki çocuk sahibi olmuştu. Eşinin adı Helga, çocuklarının adları ise Cem ve Can idi. evlendikten sonra anne ve babasını kaybeden Cihan eşine ve çocuklarına sıkı sıkıya sarılarak hayata tutunmuştu. Kırk yaşına merdiven dayayan Cihan, ailesine sürekli köyünden bahseder onları da orada doğal hayatın içerisinde yaşatmaktan söz ederdi. O kadar güzel anlatırdı ki çocuklar bir an önce köye gitmek ister bunu bir heves edinirlerdi. Cihan'ın dede yadigarı toprakları vardı köyde, çok büyük arazileri olmasa da ekip biçerek yaşamlarını sağlayabilecekleri imkanı sağlayabilecek kadar vardı. Hatta yarısını köylüye bırakıp yarısını kendisi kullanmayı düşünüyordu. Dededen kalan evi tadilata sokup orayı da kendilerine göre dizayn edecekti. Bütün hayalini bu düşünceye göre kuruyordu. Her gün yeni kır evleri projesi araştırıyor en iyilerini seçiyordu. İşini gücünü bırakacak, birikimi olan parayı uzun süre rahat yaşayacakları şekilde sarf edecekti. Bütün hazırlıkları tamamladı ve yola çıkacakları zamanı ayarlamaya başladı. Bu çok uzun bir zaman almamalı idi.
         Üç ay sonra yol hazırlıkları tamamlandı, biletler alınıdı. Uçak biletleri alındı, yolluklar hazırlandı, eşyalar kargoya verildi lakin eşyalar kendileri köye ulaşıp yerleştikten sonra getirilecekti. Ailece hafta sonunu beklemeye başladılar.
Havaalanına geldiler. Uçak kalkışa hazırdı ve yerleşme işlemleri tamamlandıktan sonra uçak kalkışa geçti. İki buçuk saat sonra İstanbul'a indiler. Aktarmalı olarak gideceklerdi memleketlerine. Tekrar uçağa bindiler ve bir buçuk saat sonra Erzurum Havalimanına iniş yaptılar. Artık köye fazla bir zaman kalmamıştı. Önce Horasan'a gidecek oradan da köylerine geçeceklerdi. Horsan'a geldikten sonra köylerine gidecek vasıtayı beklemeye başladılar. Her saat kalkmazdı buradan vasıta bu nedenle akşamı beklemek zorundaydılar. İlçede biraz dolaştıktan sonra çorbacıda karınlarını doyurdular ve beklemeye başladılar.
          Köye gidecek araç kalkışa hazır halde yolcuları bekliyordu. Köylüler binmişler, eşyalarını yükletenler ise dışarıda hem sigara içiyor hem de malzemeleri yükletiyorlardı. Cihanın eşi ve çocukları da arabadaydı. Cihan şoför ile sohbete dalmıştı.
Cihan- Merhaba kadılar köyü ne kadar sürer buradan.
Şoför- Ağabey yarım saat kırk dakikaya varırız bir sorun olmaz ise. Sen kimlere gidersin. Kimlerdensin.
Cihan- Ben Hamza gildenim. Ahmetin oğluyum.
Şoför- Ooo sen Cihansın. Alamanyadaydınız. Bildim şimdi. Hoş geldin safa getirdin. Köyden de bayağı uzak kaldınız, iyi etmişsin.
          Yola koyuldular. Anadolu insanı sıcak kanlıdır, özellikle yabancı gördüler mi sıkı sıkı sohbete koyulur misafir etmek için hanelerini açarlar. Yol boyu sorgu sual dertleşerek devam ettiler. Fakat bir şeyler ters gidiyor gibiydi. Daha ilçeye iner inmez eski havanın olmadığını ve eskiyi hatırladığı gibi olmadığını anladı ama bunu da yol yorgunluğuna bağladı Cihan. Bu düşünceler ile köye geldiler. Cihan ve ailesini amcasının oğlu Burhan karşıladı. Burhan ile beraber eve geçtiler yol yorgunluğu nedeni ile hemen odalarına çekildiler, sabah bol bol sohbet edeceklerdi. 
Sabah erkenden herkes uyanarak sofraya geçtiler. Masa kurulmuştu ve masada bir tek kuş sütü eksikti. Cihan ve ailesi şaşkındı. Çünkü Cihan sürekli yer sofralarından, kerpiç evlerden, ineklerden, keçilerden, kuzulardan, tavuklardan kısaca çeşit çeşit hayvandan bahsederdi ama köyde hiçte dediği hayvanlardan, köy evler de dediği şekli ile görünmüyordu. Kısacası köye mi geldiler yoksa herhangi bir şehir evine mi anlayamadılar. Neyse ki sofra iyiydi.
          Cihan- Çok oldu be emmi oğlu özlemişim köy havasını. Şu doğal besinlerden alalım da kendimize gelelim. Arka bahçenin domateslerine doyum olmaz ha.
Ahmet- He ya emmi oğlu çok oldu görüşmeyeli, bir gittin pir gittin. Buralar çok değişti. Ohooo arka bahçe mi kaldı neredeyse kapalı havuz yaptıracağım oraya. Öğlene sana yeni yaptığımız barbekü et pişiririz, bizim eski arkadaşlara gideriz. Köye yeni cafe açıldı, oraya gider herkesi görürüz.
Cihan- Yahu Ahmet sen ne dersin? Ben köy hayatı diyorum sen bana barbekü diyorsun, cafe diyorsun. Bu arada domatesi ve diğerlerini nereden getiriyorsun madem bahçe yok? Hani tavukları, hayvanları göremedim Ahmet ne olmuş buralara?
          Ahmet- Cihan, sen çok eskilerde kalmışsın. O devirler geçti be kuzen. Köyde eskiler kalmadı, gençler hep büyük şehire gittiler. Kalanlarda yaşlılardan oluşuyor. Eee gençlerde yaz aylarında tatil amaçlı köye yer yapıyorlar. Şehiri gören geldiğinde bir parçasını getirdi buralara ve gördüğün küçük şehir oluştu. Yediklerimizden hiç birisi köyde üretilmiyor. İlçeden alıyoruz. Sofrada ne var ne yok market ürünü. Hayvanları sattılar, bahçe işleri kar getirmiyor diye bitti, devlet vergiler ile ve ucuz ürün alma politikaları ile belimizi büktü bu nedenle hepimiz babadan kalma gelirler ile geçiniyoruz. Kısacası et et olmaktan, süt süt olmaktan çıktı. Biz mal satalım diye şehre insek bir bakıyoruz ithal et piyasayı işgal etmiş. Tohum alalım domates ekelim diyoruz onda da İsrail tohumundan başkasını ekemiyoruz. Oda her sene yeniden alınıp ekilmek zorunda. Tarladan bostandan buğday, arpa ekelim satalım diyoruz hiper marketler ucuz yollu bağlıyor yada büyük firmalar kendi ürünlerini kendi tarlalarında yetiştiriyorlar ee bizden sudan ucuza alıyorlar malzeme parasını bile karşılamıyor. Tavuk, kaz, hindi desen kuş gribi ile telef etti geçtiler şimdi hepsi büyük mandıralarda çiftliklerde makinelerde üretiliyor. Bize de bir şey kalmadı be Cihan. Hadi kalk köyü gezelim. İçin açılsın biraz.
          Cihan- Ben şok oldum Ahmet. Bu nedir böyle. Ben nelerin hayali ile geldim buralara ve ilk günden şok oldum neredeyse. Yahu şu cafe dediğin yere gitmeden ötaçeye varalım orada akan ırmağın suyu iyi gelecek, çocukken iyi yüzerdik, çocuklar görsünler bari.
Ahmet- Hangi ırmaktan bahsedersin Cihan? Irmak mı kaldı. Yukarıda madenmiymiş, teleferik miymiş ne bileyim nükleer gibi bir şey dediler tam da açıklamadılar memleketi kalkındıracakmış, bizler de bu arazilerden bolca para kazanacağız diye topraklarımızın bir kısmını sattık ucuzdan yarın on, onbeş kat pahalısına satıp paralanacağız gerisinden. Bu nedenle su akmaz oradan kuraktır zaten tarlamızda yok çorak arazi oralar.
          Cihan- Yahu siz ne yaptınız? Buralar ürünü ile, hayvanı ile, suyu ile para eder bunlar olmadığı zaman sadece boş toprak ile boş arsa olur. O dediğin nükleer buralarda radyasyon yayar halkı telef eder, nasıl buna müsaade ettiniz be Ahmet. Kimse size bu konuda bilgi vermedi mi?
Ahmet- Yok be Cihan, kim bize ne bilgi verecek? Devlet baba iyisini bilir dedik. Firma sahipleri ile birlikte geldiler, bize uzun uzun anlattılar. Parayı da peşin peşin verdiler işte. O zaman bir kaç komünist geldiler eylem falan yaptılar kovaladık onları da. Hadi be kalkalım cafe'ye gidelim, köylüleri dinle biraz.
Cihan- Ahmet bari sen yapma cafe cafe deyip durma orası kahve yabancı isimler ile daha mı güzel oluyor sanki. 
          Bunun üzerine kahveye giderler ve köylüler ile sohbete dalarlar. Köylüler yeni maden arama ekibini geldiğini ve firmanın bol miktarda paralar ile yerlerini yurtlarını istediklerinden bahsederler. Çevre köylerinde satışa onay verdiklerinden bahseder ve buralarda artık hiç bir şeyin olmadığını, yaz aylarında tatil için deniz kenarına gideceklerini, şehirin her türlü daha iyi olacağını, hastaneden belediyeye kadar bir noktada rahatça ulaşılacağından ve en önemlisi bütün akrabaların bir birlerine yakın oturduklarından bahsetmekteydiler. İş olanaklarının çokluğunun cazip geldiği de dillerinde idi. Cihan dayanamaz konuşmaya girer.
          Cihan- Sizler ne yapmışsınız. Bizlerin canına can katan toprağı katillere teslim etmiş bütün can damarlarımızı kopartmışsınız. Doğallığı yok etmiş sonrada doğalı aramak için yapaylığa kaçar olmuşsunuz. Şehirde hastane var dersiniz, hastalıklar yapaylıktan artar bunu hesap etmemişsiniz, kendi imkanınız ile üretebildiğiniz besinlere fazlası ile para vererek temin eder olmuşsunuz sonrada bunun hoşluğundan bahse düşmüşsünüz, kendi elleriniz ile zararlı yapılara müsaade etmiş para kazanmış, bu kazandığınız para ile de hastalık mücadelesine gireceğinizi bilememişsiniz. Nükleerin etkilerini araştırmamış, sizi kurtarmak için kendilerini ortaya atanlara düşman olmuşsunuz. Önce köylülüğünüzü yitirmiş sonrada yabancılık çekeceğiniz şehirliliğe heves etmişsiniz. Dünyayı kurtaracak tek durum olan doğallığı kendi elleriniz ile devlet desteği ile bitirmişsiniz ve sizlere miras kalan her şeyi evlatlarınızdan çalmışsınız. Vay haline gelecek nesillerin.
          Bu konuşmanın ardından bir hafta daha köyde kalan Cihan köy hayallerinden vazgeçerek Almanya'ya temelli dönüş yapar. Köy hayalinin o güzelliği tamamen kaybolmuş, doğallığa dair ne var ise yitip gitmişti aklından. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı, biliyordu bunu. Mesleğine devam ederek çocuklarını tam bir şehirli gibi büyütmeye karar verdikten sonra ne bir doğallık aradı nede naturele dair bir besin maddesi. Cihan Almanya'ya döndüğü ilk gece ''Keşke hiç gitmeseydim de ata yadigarlarını bu şekilde görmeseydim.'' diyecekti eşine..
Yazar:Mitra